Gönderi

Bölüm 3: Aziz Augustine'nin Siyaset Felsefesi Özeti
Batı tarihinde Aziz Augustine'nin (MS 354-430) yazıları antik Yunan ve Roma'nın kadim kültürü ile Batı Avrupa Hıristiyan kültürü arasında bir köprü olmuştur. Augustine'in bu rolle nitelendirilmesinin ana nedeni, bir belagat öğretmeni olarak, Hıristiyan Kilisesi'nde psikopos olmadan ve de Hıristiyanlığa girmeden önce, Yunan ve Roma klasiklerini incelemesidir. "De Civitate Dei (The City of God, Tanrı Kenti)" adlı eseri, Hıristiyan siyaset görüşünü ilk ayrıntılı açıklama teşebbüsüdür. ...Aynca Aziz Paul Hıristiyanlara, Tanrı'nın buyru­ğu olarak yöneticilerine itaat etmelerini şiddetle tavsiye etmektedir... 410 yılında Vizigotlar ve Almanlar (Alarik) Roma'yı yıkınca, bazı insanlar bunu, geleneksel tannlan yüzüstü bırakmanın bir cezası olarak yorumlamışlardır. Hıristiyanlığa yönelik bu suçlama, Augustine'i De Civitau Dei TanrıKenti'ni yazmaya itmiştir. ... Augustine'in ifadesine göre, İnsan Kenti'nde yöneticiler, yönetme şerefi için yönetirler; ancak Tanrı Kenti'nde yöneticiler, gerçek ödüllerini cennetle şereflendirilmede bulurlar. İnsan Kenti'nde zihinlerini kararttığı halde bilgelik şerefi, kendi bilgeliklerindedir; Tanrı Kenti'nde ise bilge olan, gerçek bilgeliğin insani değil, ilahi olduğunu görür. ... Daha önceki iddianın aksine, eğer Tanrı Kenti, Hıristiyan Kilisesi'nin rehberliğinde Hıristiyan İmparatorluğıı olarak dünyada kurulabilir iddiasında bulunursak, Augustine'in radikal bir idealizm sergilediği sonucuna varabiliriz. ... Belki de Augustine'in idealizm ve gerçekçiliği birleştirdiğini söylememiz gerekir. Mükemmel bir kent olarak Tanrı Kent'i görüşünde Augustine, bir idealisttir. Ancak Tanrısız insanların azgın günahkarlıklarıyla çökertilmiş olarak belirttiği dünyevi kent görüşünde ise realisttir. ... Augustine, doğal dünyanın özünde bir gizem olduğunu belirterek, Sokratesçi görüşü, bu gerçeği görmediği için onaylamaz. Bütün ile olan ilişkisinde doğanın bir parçasını görebilsek bile, doğa kendi kendine yeten bir bütün olmadığı için, doğa hala kavranamaz özelliktedir. Doğal evren var olabilmek için doğa üstü bir nedene bağımlı olduğundan, evren kendi terimleriyle tam olarak anlaşılabilir değildir. Bu durum Augustine'i, Platon ya da Aristoteles'in çalışmalarında yer alan anlayışlardan, çok daha kötümser bir siyaset anlayışına iter. Augustine, doğanın mükemmellik standartlarının siyasal yaşamda nadiren karşılık bulduğunu belirtmek yerine, doğanın mevcut durumunda mükemmel olmadığını vurgular. Çünkü doğayla ilintilendirildiği oranda siyasal adalet, siyaset filozofunun zihni de dahil olmak üzere hiçbir yerde var olmaz.Onun doğa üstü bir düzen kaynağını işaret ettiğini iman aracılığıyla görebildiğimizde, doğa, güvenilir bir rehbere dönüşür. ...Doğanın "değişkenliği"nden dolayı, değişmeyen Yaratıcıya gönderme yapmadan doğa, yeterli düzeyde açıklanamaz. Bu nedenle, Platon ve Aristoteles'in belirttiği gibi doğa, doğa üstü nedeninden bağımsız olarak düşünüldüğünde, siyaset felsefesi veya siyasal liderlik için güvenilir nitelikte normlar sağlayamaz. ... Hıristiyant kavramlaştırmaya göre doğa, düzen içindedir. Ancak bu düzenin yasası, Tanrı iradesinin süreklilik arz eden eseridir. ... Hıristiyanlık ilahi inayet aracılığıyla insan mutluluğunu teminat altına alsa da, pagan felsefesi dünyevi yaşamın iniş çıkışları karşısında mutluluğu güven altına alamaz. Çünkü böylesi bir felsefe, doğanın görünen akışının ötesine geçemez. ... Erken dönem Hıristiyan filozoflardan Boethius, ilMıl takdir bağlamında "tüm yazgılar iyi yazgıdır" şeklinde bir iddiayı öne sürebilmiş­tir. ... Hıristiyan öğretisinin sekülerleşmesi, sonuçta, karamsar bir siyasal hiççiliğe yol açsa da sekülerleşme sürecindeki bir başka gelişme, ütopyacı siyasal idealizme yön verebilir. Hıristiyanlığın sorunu, onun belirsizliğidir: Cennetin aşkın ödüllerinden olan Hıristiyan umudu, yalnızca imana bağımlıdır. Bu belirsizliği bertaraf etmenin bir yolu, bu umudu bırakmak ve bu hareketin sonuçlarını düşünmektir. Hıristiyan inancının güven telkin etmeyen boyutundan kaçmanın bir yolu da, cenneti dünyaya indirmektir. Eğer Tanrı'nın Krallığını dünyevi yaşamda tesis edebilirsek, cennetteki şüpheli kurtuluşu bekleme endişesi olmadan mutluluğumuzu da tesis edebiliriz. ... Tanrı Krallığının aşkın mükemmelliğine olan Hıristiyan inancının, makyevelist siyasete doğrudan karşıt olan ahlaki idealizmi destekleyeceğini öne sürebiliriz. Ancak daha önce de gördüğümüz gibi, Tanrı Krallığı'nın "bu dünyada olmadığı"nda ısrar eden Augustineci bir Hıristiyan, bu dünyada siyaseti değerlendirirken oldukça ketum olabilir. [Okur notları: Aziz Augustinus ya da Hippo'lu Augustinus olarak bilinen Hristiyan filozof ve tanrıbilimci. Augustinus, devleti tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak tanımlar. Temel eserleri arasında De Civitate Dei ("Tanrı Devleti" veya "Tanrı'nın Şehri" diye çevrilebilir. Anlayabilmek için, inanıyorum’ anlayışıyla felsefeyi dine tabi kılmış olan Augustinus, Hristiyan dininin temel öğretilerini temellendirebilmek için, Yeni Platoncu felsefeden ve Platoncu kavramlardan yararlanmıştır. İnancı temel alan Augustinus’a göre, aklın görevi, Tanrısal vahiy temeli üzerinde, inanç yoluyla bilinen şeylerin açıklanması ve aydınlığa kavuşturulmasıdır. Aşkın, yalnız bireyin değil, fakat bireylerden meydana gelen bir toplumun da itici gücü olduğunu öne süren filozof, yine aşk öğretisinden hareketle ünlü yeryüzü ya da dünya devleti ve gökyüzü ya da Tanrı devleti ayrımına ulaşmıştır. Buna göre, nasıl ki biri iyi ve uygun aşk, diğeri de kötü ve düzensiz aşk olmak üzere, iki tür aşk varsa, bu ayrımın iki ucuna karşılık gelecek şekilde, biri yeryüzü devleti, diğeri de Tanrı devleti olmak üzere, iki devlet anlayışı vardır. Augustinus, işte bu çerçeve içinde, Tanrı’ya yönelmek yerine maddeye yönelen, Tanrı’dan çok yeryüzünü ve kendisini sevenlerin, ruhları tensel yönlerinin, duyusal isteklerinin hizmetine girmiş olanların bir araya gelerek yeryüzü devletini, buna karşın iyi ve gerçek aşk içinde olup, ruhsal yönlerini temele alarak yaşayan ve Tanrı’yı sevenlerin de gökyüzü devletinde birleştiklerini söylemiştir. Augustinus bu bakış açısını siyaset felsefesinden başka, insanlık tarihine de uygulamıştır. İnsanlık tarihini gökyüzü devletiyle yeryüzü devletinin, başka bir deyişle, insanın bedensel ya da duyusal yanıyla ruhsal ya da tinsel yanının çatışmasının bir tarihi olarak gören Augustinus’a göre, yeryüzü devleti, iblisin ayaklanmasıyla başlayıp, Asur ve Roma imparatorluklarıyla gelişen. şeytanın krallığıdır. Buna karşın, gökyüzü devleti, Yahudi halkında ortaya çıkan, kendisini Hristiyanlık inancı ve kilisenin dogmalarıyla sürdüren İsa’nın krallığıdır. Yeryüzü devletlerinin örneklerini oluşturan Asur ve Roma imparatorluklarının yıkılıp gittiğini, zira bu devletlerin geçici olduğunu, gökyüzü devletinin son çözümlemede zafer kazanacağını söyler. Onun gözünde, Hristiyanlık ve kilise, gökyüzü devletinin etkisini duyurmaya başladığını gösteren yapı taşlarıdır. Tanrı'nın Şehri, özgün Latince adıyla "De Civitate Dei", Augustinus tarafından 5. yüzyılın başlarında Latince yazılmış bir kitaptır. Zaman zaman De Civitate Dei contra Paganos, yani "Paganlara Karşı Tanrı'nın Şehri" olarak da adlandırılmıştır. Kitapta Tanrı, şehitlik, Yahudiler ve Hıristiyanlık felsefesi ile ilgili diğer bazı konular da ele alınmaktadır. Nitekim kitaba göre insanlık tarihi, Augustinus'un deyimleriyle, İnsan'ın Şehri ile Tanrı'nın Şehri arasındaki bir çatışmadan ibarettir ki yine kitaba göre nihai zafer mutlak olarak Tanrı'nın Şehri'nin olacaktır. Eserde Tanrı'nın Şehri, dünyevi zevkleri bir kenara bırakıp kendilerini Hristiyan değerlerin yaygınlaşmasına ve uygulanmasına adayanlarla betimlenirken, İnsan'ın Şehri, Tanrı'nın Şehri'nden uzaklaşmış kişilerin yeridir. Her ne kadar bu iki şehir herhangi bir gerçek yeri ve kurumu temsil etmeyip daha ziyade semboliklerse de, Augustinus Tanrı'nın Şehri'nin kalbi olarak Hristiyan Kilisesi'ni görmekteydi.] Ne kadar şaşırtıcı olsa da, Augustine'in şu ifadelerini ciddiye almamız gerekir. "Adalet çıkarıldığında krallıklar, büyük eşkıya çetelerinden başka nedir ki?"
·
173 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.