Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

445 syf.
·
Puan vermedi
·
6 günde okudu
Foucault beni etkileyen bir filozof. Özellikle kapitalizmin bedenleri disipline etmesi üzerine düşüncelerini çok severim. Bu kitabın önsözündeki M. Ali Kılıçbay’ın yazısını okudum öncelikle. “Toplum olarak felsefeyle içli dışlı değiliz. Felsefe pratikte yararlanacağımız sloganlardan öte gitmiyor. Eğer işimize gelen formüller sunuyorsa buyur ediyoruz,” diyor. Ne kadar da haklı. “Foucault’un felsefesi kolay kolay içinden çıkılır gibi değil. Ben Türkçeye sığdırmaya çalıştım” diye de ekliyor. Suç ve suçlulara ilişkin her olay ve olgu ilgimi çekiyor. Kitabı okudukça Prag’da işkence müzeleri, Terezin Kampı, darağaçları, idam yerlerine götürülürken karanlık ve izbe yollar aklıma geliyor. İnsan nasıl da vahşi bir varlık! Daha önce engellilerin tarihini okuduğumda onlara yapılan işkenceleri aklım almamıştı. Şimdi de bu kitapta Azap bölümünde canlı canlı insan bedenlerinin parçalanması, suçluların tekerleğe gerilerek etlerinin lime lime edilmesi, suçluların başının bir kalbura konularak kendi karınlarının deşilmesini seyretmesi ve bacaklarının, kollarının hayvanlarca canlı canlı kopartılıp gövdelerinin ateşe atılması içimi yakıyor. Ortaçağ’da suçlulara verilen cezaları toplum bir şölen biçiminde seyrediyor. Kral yasanın kendisidir. Kişi krala karşı bir suç işlemiştir. Şölenin amacı kralın yenilmezliğinin gösterilmesidir. Halkın bu şölenleri izlemesinin nedeni ise yönetenin yenilmezliğine tanık olmasıdır. Doğrusu suçluların da kaybedecek bir şeyleri yoktur. Halk ölüm anında ne söyleyecekleri merak eder, şölenlere katılır. Bu törenlerden, 19. yüzyıl başında toplumu öldürmeye teşvik ettiği, cellat ve yargıçlar katil oldukları için vazgeçilir. Şimdilerde televizyonlarda suçluların arandığı, kamuoyunca yargılandıkları tv programları aklıma geliyor. Ne yazık ki, her gün başkalarının özel hayatının deşifre edildiğini görüyor, her türlü suçun evimizin içine girerek normalleştirildiğine tanık oluyoruz. Böylece insana olan güvenimizi kaybediyoruz. Foucault, suç ve suçluyla ilgili öyle yerlere parmak basıyor ki, suçluyu değil, suçu öldürmek lazım diyorsunuz kendi kendinize. Suçlulara verilen cezanın adım adım nasıl değişip dönüştüğüne tanıklık ediyorsunuz. Aydınlanma döneminde cezaların yumuşatılması gündeme geliyor. Beden değil, ruh cezalandırılmalıdır artık. Suçlu, cezasını ölüm olarak değil de bir yere kapatılarak çekmelidir. Kapatılma çok eskiden beri vardır kuşkusuz. Ancak o tarihlerde suçlu yalnızca yargılama sürecinde bir tutukevinde kalır. Modern çağla birlikte cezalarda da bir değişim-dönüşüm olur. İktidar, bireyin özgürlüğünü elinden alır, kalın duvarlar ve kapalı kapılar ardında büyük bir gizlilikle kişi gözetim altında tutulur. Foucault, Bentham’ın panoptikon denilen mimari yapısından söz ediyor. Bu modelde merkezde bir gözetleme kulesi, kulenin çevresinde ise çember biçiminde hücreler vardır. Kuleden bakılınca hücrelerin tümü apaçık görünür. Ama hücredeki kişi kuleyi göremez. Foucault, panoptikonu bir metafor olarak kullanır. İktidar polis, yargı, ordu, okul, hastane, hapishane vb. kurumlarda bir otoritedir. Suçlular eskiden krala karşı sorumluyken şimdi topluma karşı sorumludur. Bizler bir kültür içinde doğuyoruz tabii. O kültürde neyi yapıp yapmayacağımızı öğreniyoruz. Yazar, modern bireyin iktidarın disipline edici anlayışıyla tektipleştirildiğini iddia ediyor. Kişi adeta büyük bir makinenin dişlilerindeki bir civata parçasıdır. Bireyselliği baskı altına alınır. Bilgi sınıfsaldır. İktidarın gözü disipline edici gücüyle her yerdedir. Birey her bakımdan kuşatılmıştır. İktidarın egemenliğiyle zaman ve bedeni kontrol edilir. Böylece “normal” olan “anormal” olandan ayrılır. İktidarın normları içselleştirilir. Ben de Sakatlığa Övgü kitabımda sağlam beden ideolojiyle toplumun nasıl yönlendirildiğini örnekleriyle açıklamıştım. Bu ideolojiye göre, “sağlam” olmak, “sağlıklı” olmak demektir. Bunun dışında kalanlar, doğdukları andan itibaren ayrılmışlardır. İnsan soyu, “normalin” dışında olanı “kusurlu” sayarak kendi üstünlüğüne inanır. Bunu da iktidarının gücüyle yapar. Fabrikalarda çalışacak “sağlam” bedenli insanlara ihtiyaç vardır. Tıp bilimiyle çürük olanlar olmayanlardan ayrılır. Toplumun dışlananları müebbete mahkum edilir. Yeniden kitaba gelecek olursam... Yazar, modern iktidar büyük gözaltıdır diyor. Bu gün çoğumuz sosyal medya kullanıyoruz. Yaptığımız paylaşımlar büyük şirketler açısından bir değer taşıyor. Çünkü her birimiz onlar için bir veriyiz. Kişisel bilgilerimiz kaydediliyor. Ya da bizler paylaşımlarımızla kendi mahremiyetimizi gözler önüne seriyoruz. Hoşgeldiniz büyük dijital gözetleme çağına! Alan memnun, veren memnun mu diyeceksiniz? Öyleyse bu kitabı okuyun.
Hapishanenin Doğuşu
Hapishanenin DoğuşuMichel Foucault · İmge Kitabevi Yayınları · 20131,126 okunma
·
1.315 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.