Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

240 syf.
·
Puan vermedi
Aynamız Dünyamız
“Tâne her ne şeye gebe ise ondan başka şey doğmuyordu.” Sorunlar hayatın daimi parçası. Eli ve koluyla sarıldığı hayat ipinde biri çözülse hemen peşinden hali hazırda orada yer alan fakat sırası gelmediği için görünmeyen bir başka düğümle karşılaşır durur insanoğlu. Sorunu iri de olsa, minik de olsa vardır; kısa da sürse, ömrüne de yayılsa vardır. Şu da vakidir ki ip üzerindeki düğümler misali sorunlar bir olabileceği gibi bin de olabilir; çözüleni olabileceği gibi gemici düğümü misali çözülmesi devasa çaba gerektireni de mevcuttur, kör düğüm gibi asla ve kat’â çözülemeyecek olanı da vardır. İnsanoğlunun amacı tüm sorunları çözmek olursa hayat ipini tutuyor görünse dahi bir vakit sonra ellerinden kan boşalacak ve belki de ip elinden kayıp gidecektir. Hâlbuki kimi düğümlerle yaşayabilirse bu, onun, ipi tutmasını kolaylaştıracak ve hayatını yaşanabilir kılacaktır. Zira her düğüm çözülmek için atılmamıştır ipe, bilakis kimi düğümler mukavemet için oradadır. Sâmiha Ayverdi Hanımefendi sorunların bin olduğu bir çağda dünyaya teşrif ediyor. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı, Dünya Savaşları’nın vuku bulduğu, dünyanın üçte birine hâkim olan koca imparatorluğun adım adım çöküşünün yaşandığı ve hilafetin ilgâ edilip cumhuriyetin kurulduğu devir bu. Madden yaşanan tükenmişliğin iliklere kadar hissedildiği işbu devirde zamanla mâneviyat da nasibini alacak; işin maddi kısmı öyle veya böyle zamanla düzelirken çekilen ruhî buhran şu zamana kadar sürecek. Çok insan bu sorunları çözmek adına fikir çilesi çekmiş, bedenini çürütmüş, mürekkep bitirmiş. Bazısı tüm bunlara rağmen saman alevi gibi yanıp sönmüş, bazısıysa ilelebet yurdun üstünde inleyecek olan nefesten pay almışçasına kalıcı olmuş. Sâmiha Hanımefendi işin daha çok mânevi kısmında o zamandan bu zamana kuvvetli sesini, yazdığı eserlerle ulaştıran engin nehirlerden. Sâmiha Hanımefendinin, bilinen tabirle Sâmiha Annenin, bu romanındaki Mesihpaşa Camii İmamı Hâlis Hoca sertliği ve katılığıyla bilinen medrese tahsilli, hemen tüm ilim kitaplarını yutmuş bir insan. Bu karakterinden mütevellit kendisi halk nezdinde Mızmız İmam, Keskin İmam gibi lakaplarla anılıyor. Yeşilçam filmlerinde yansıtılan cahil, sapık, dolandırıcı bir karakter değil; aksine, doğrucu, son derece dürüst, haksızlığa gelemeyen birisi. Ona isnad edilen lakaplarsa bu hak karakterleri çok keskinlikle, huysuzlukla yaşamasından ötürü. Hâlis Efendi, eşi Gülsüm Hanım, üç çocuğu ve kayınvalidesi Pembe Hanım’la yaşadığı evde hayatta karşılaşmayı kimsenin istemeyeceği düğümlerle karşı karşıya geliyor. Eşine karşı onu hiç kıskanmayacak denli sevgisiz, kızı küçüklükten sakat, büyük oğlu inanç asiliği yapıyorken, çok güvendiği diğer oğlundan da darbe yemekten nasibini alıyor. Biri çözülmeden diğeri gelen kördüğüm cümbüşü ve bu hayat narin ip değil belki eli kesen halat. Yetmiyor, mahalledeki ayyaş Marangoz Tahir’in tasallutuyla bunalıyor; Balkan Savaşı’nın patlak vermesiyle cami avlusu Rumeli göçmenleriyle doluyor. Yaşamın bu giriftli cenderesinden çıkış yolu arayan Hâlis Efendi, manasına inemediği ilim kitaplarında aradığını bulamıyor. İlmi, yüzeysel kalıyor, derinliği yok. Aşk eksik; hem o kadar eksik ki evinde, ömrünü birleştirdiği kadına sevgi kırıntısı dahi duymuyor. Malum tabirle, mecazi aşkta tümüyle yoksunluk yaşayan Hâlis Efendi, ilahi aşkta da eksiklik yaşıyor. Kitabın cümlesinde kalıyor, tefsirine giremiyor; şeriatı biliyor, tasavvuftan bihaber. Hikmettir, sual olunmaz. Ayyaş Tahir bir Dost vesilesiyle nurlanıyor. Zamanında ondan kurtulmak için dört köşe bucak kaçan Hâlis Efendi, o Dost’un ateşinden pay alan Tahir’in kapısını aşındırır oluyor. Aşk ateşinden bir kıvılcım olsun kapmak adına önünden geçmeye imtina ettiği marangozhanenin müdavimi oluyor. Adı sanı bilinmeyen Dost ile sadece mektup aracılığıyla iletişim kurabiliyor imam efendi. Kapıldıkça kapılıyor, mektuplar yetmez oluyor, Dost’un yamacına gitmek istiyor. Yani aşk ona nasip oluyor ve tam da bu sırada genç bir Rumeli dilberine gönlü akıyor. Hem o hem bu. Hem mecazi, hem ilahi. Aşk birdir, herkesin kabına göre şekil alır sadece. Peki ya düğümler? Mevsimler değişiyor, kuşlar kubbenin etrafında turluyor, yaşlar ilerliyor, bulutların kimi kaybolurken kimi siyaha bürünüyor… Düğümlerdense çözüleni çözülüyor, çözülmeyeni kalıyor. Pamuk hafifliği ve çelik sertliği… Hayat devam ediyor. Rumeli göçmenlerini, mahalleli, kardeşimizdir deyip ikişer üçer gruplarla kendi evlerine alıyor. Sakatlıkla boğuşan evin küçük kızı bir kemençeyle hayata tutunuyor. Baba ve yaratıcı asisi büyük oğul vatanı için cepheye gidiyor. Gülsüm Hanım kocasının mutluluğu için kendinden feragat edip dua ediyor. Evet, hayat devam ediyor. *** “Ne tuhaf, insanoğlu her şeyi bilmeye çalışıyor da ibretten haberi yok.” Konudan uzaklaşıp içeriğe ve kendimce ders çıkardığım kimi noktalara temas etmek istiyorum. Sâmiha Ayverdi, soyadıyla müsemma, Türkçe’nin üzerine ayın ondördü gibi bir armağan. Bazı okuyucular bu dile Osmanlıca diyor lakin böyle bir dil hiç olmadı. Bu dil özbeöz Türkçe, bunu Murat Bardakçı diyor. Bizler kendimizi aklamak adına dile suç atıyor, ona eski diyor, onu ağır olmakla yaftalıyoruz. Hâlbuki bu güzide dile uzak kalmak bizzat bizim hatamız. Bunu kabul etmek ve ırak kaldığımız o ziynetli dili bilmek boynumuzun borcudur. Bu güzellik sadece bilinmeyen, uzaklaşılan demek daha doğru olsa gerek, kelimelerden gelmiyor; cümlelerin birbiriyle olan ahenginin nizamiliği ve betimleme sanatının zoru basit göstermesinin etkisi bu güzelliği aşikâr eden nedenlerdendir. Ek olarak şu da belirtilmeli ki söylendiği gibi bu bilinmeyen (uzaklaşılan) kelimelerin sayısı çokça değil. Ortalama iki hatta üç sayfada birdir; ki “darülfünun, mazruf, zelil, ifsat etmek” gibi kimi isim, sıfat ve fiiller okumayla az çok ilgisi olanların aşina oldukları sözcüklerdir. Başta genç okuyucular olmak üzere kimsenin gözü korkmasın. Buraya leziz teşbihlerden bir tutam bırakayım; … körebe oynarken arkadaş eteği yakalayan bir çocuk telâşı … açılmak üzere iken koparılan kalın bir cildin baskısı arasında kurutulan çiçekler gibi ölü ve gösterişten ibâret … bir kadın dizinde ince ve zarif bir çizgi gibi kapalı yatan mâzi yelpâzesi … ve tüyleri tersine okşanarak huylandırılan bir kedi huzursuzluğu - Malumdur ki son yıllarda halen devam eden büyük bir göç dalgasıyla iç içeyiz. Topraklarımızda temelli kalanları da var, burayı Avrupa’ya açılan köprü olarak kullanan da var. Her iki türlü de meskun nüfus oldukça artmış durumda. Çok uzatmayacağım. Unuttuğumuz bir gerçek var ki bu insanlar tek taraflı bir zulümden kaçtılar. İnsan olmakla beraber iyisi var kötüsü var. Buna sözüm yok. Demem o ki kitapta Balkan Savaşı sebebiyle memleketlerini terk etmek durumunda kalan Rumeli göçmenleri anlatılıyor. O zamanlar ki katmerli yokluk zamanları, bu göçmenler mahallelice evlere alınıp onlara ensarlık yapılıyor. Birçoğumuzun ilkokuldan, liseden, mahalleden oralardan arkadaşları hatta eşleri vardır, olmuştur. Bunlar o evlerde misafir olanlardan. Şimdiyse bize oldukça ilginç gelen bir vaka bu, zira değil uzak diyarlardan gelenlere, karşı komşumuza bile güvenmez durumdayız. Bunu hangi sosyolojik ve psikolojik sebeplere bağlayabiliriz bilmiyorum. Bildiğimse çok ama çok ciddi şeyler kaybettiğimiz. Allah sonumuzu hayretsin. - Şimdi bizler kendi tarihimizi bilmemekle yeriniyor, elin gavurunun bizi bizden iyi bilmesini kıskançlıkla garipsiyoruz. Bu o zamanlarda da olan bir şey imiş. Sâmiha Anne, Hâlis Efendi’nin düşünceleri vasıtasıyla bunu garipsediğini belirtip hayıflanıyor. Ecdadımız diye övündüğümüz yüce şahsiyetlerin bıraktığı eserleri yabancı seyyahlar ve meraklıların hazırladığı eserler aracılığıyla öğrenmemize kızıyor. Önümüzde duran devasa mirası, o mirasa sahip olmayanların eliyle tutmaya çalışıyor hatta belki onu bile yapmıyoruz. Bu bir kitap olabilir, bir çeşme, cami, kütüphane yahut alet olabilir. Şuan bile nice kadim eser İngilizce, Fransızca hatta Rusça’da varken bizim günümüz Türkçe’sinde yok. Olsa bile onu anlayacak donanıma sahip değiliz ne yazık ki. *** "Anladım ki dünya bir ayna... biz iyi, biz güzelsek, o da iyi, o da güzel. Biz çirkin, biz kötü isek, o da çirkin, o da suratsız. Sana yemin ederim bu böyle." Böyle söylüyor kitabın bir yerinde nurlanan Tahir. Neye nasıl ve hangi zaviyeden ve donanımla baktığımız dünyamızı değiştirir. Değiştirdiğimiz dünyada olduğumuzdan ötürü o değişiklik dönüp dolaşıp bize tekrar sirayet eder. Sâmiha Anne’nin okuduğum işbu kitabıyla (naçizane bitirdiğim üçüncü eseridir) kendisinin aynasına (yine) hayran oldum. Tekrar tekrar okunası ve ders alınası pasajlar, altı çizilesi şahane teşbihler, bildiğimizi sandığımız ama yaşamaktan bihaber olduğumuz aşkın sonsuz katmanlarına şahitlik bu hayranlığı tarif etmenin ancak girizgahı olabilir. Kendisini küçük büyük herkes tanımalı ve onun şefkatli kollarından dünyaya bakmalı. Çünkü onun kollarındaki aynada nice güzellikler mevcut. Belki bu vesileyle kendi aynamızdaki lekeleri temizlemeye çalışırız. İstifadeli okumalar.
Mesihpaşa İmamı
Mesihpaşa İmamıSamiha Ayverdi · Kubbealtı Neşriyatı · 2005301 okunma
··
4.262 görüntüleme
Eylül Türk okurunun profil resmi
Emeğin vefa bulsun Erhan, çok güzel bir inceleme olmuş... İlk okumam hızlı olmuştu, şimdi yeniden okuma fırsatı buldum. Değindiğin hususlardan birisi insanın yaşadığı ile yaşadığını zannettiği arasındaki derin uçurum... Bir şeylerin ruhu sıktığı zamanlarda, ahvalimiz düzelmeye meylediyor demektir, insan bu sıkıntıya kulak vermeli, gizli kanallardan akan kirli suların taştığı anların bir lutuf olduğunu bilmeli. Samiha Anne' nin romanlarında, üslubunun ve berrak türkçesinin çok ötesinde, gizli pencereler açtığı bir gönül divanı, manevi kelimelerinde ışığın ve nefesin binbir tadı var... Yaşadığı dönemin sosyokültürel yapısını, zaaflarından sıyrılarak, olduğu gibi aktarabilmek de ayrı bir hüner... Benim de okumak istediğim, hatta Kubbealtı Neşriyat'tan kamyonla taşımak istediğim çok eser var :) İstifaden ziyade olsun kardeşim.
erhan okurunun profil resmi
Derler ya, insanın ecri ne denli büyükse imtihanı da o denli büyük oluyor. Biz bilemeyiz. Ve evet dediğin gibi abla, tasavvufi derinliği olan romanlar bunlar. İlle de aşk diyor Ayverdi, ille de birlik diye de devam ediyor. Çok etkileyici kısımlar var. Ben de sepete attım duruyor. Sene sonu zamlamacak kitaplar deniyor. Ondan önce alacağım inşallah biraz:) Muhabbet ateşin daim olsun 🖐🏻
Oldi okurunun profil resmi
Yüzümde geçen ki sohbetten bir tebessüm.. Biraz daha incelemelerine aşina olsam, onlarca inceleme içinden Erhan beyin incelemesini bul deseler bulacak kıvama gelirim. Biraz da tereddüt ediyorum okurken. Çünkü okumam gereken o kadar kitap var ki. Senin incelemelerinin insanı okumaya zorlayan bir yanı da var kardeşim. Yüreğine sağlık. ** Bir de şu tespit var ki "yabancılar bizi bizden daha iyi biliyor" meselesi. Aynada iskeletini görmeye kadar varan kaç kişi var ki şu ülkede kendimizi bileceğiz?. Meselemiz ne felsefi ne idraki eksiklikten, politikacılık ve kayırmacılık yüzünden.
erhan okurunun profil resmi
Kitapla veya yazarla kurduğum naçizane muhabbetten kaynaklanıyordur o etki. O da benden değil, bu ilişiğin kurulmasını sağlayan membadandır :) Var olasın Oldi.
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
sır okurunun profil resmi
Kıymetli inceleme, yorum ve tavsiyeler için müteşekkiriz... Elinize, sadrınıza, rûhunuza âfiyet!..
erhan okurunun profil resmi
Amin ecmain.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.