“Evet, bazı babaların felaketten farkları yoktur.”
...
“Babalık sevgisini hak etmeyen bir babanın evlatlarınca baba olarak sevilmesi olanaksızdır. Hiç yoktan sevgi yaratılamaz!”
...
“Dünyada uzun süre kalmayacağız, kötü çok şeyler yapıyor, söylüyoruz. Bu bakımdan, fırsatını bulunca birbirimize iyi şeyler de söylemeliyiz.”
...
“Yalnız buradaki babalar için değil, bütün babalar için haykırıyorum: ‘Babalar, çocuklarınızı incitmeyin!’”
...
“Sevmediğimiz çocuklarımızdan ne hakla sevgi bekleyebiliriz? Geçenlerde Finlandiya'da bir hizmetçi kızın gizlice çocuk dünyaya getirdiğinden kuşkulanmışlar. Her yeri arayıp taramışlar, tavan arasında tuğlaların arkasında küçük bir sandık bulmuşlar. Yeni doğmuş bir bebek cesediyle, iki bebek iskeleti varmış içinde. Hizmetçi kız çocukları kendisinin dünyaya getirdiğini, üçünü de doğar doğmaz boğup bu sandığa sakladığını itiraf etmiş. Sorarım size şimdi sayın jüri üyeleri, bu hizmetçi için çocuklarının annesidir diyebilir miyiz? Evet, doğurmasına doğurmuştur onları, ama annesi midir onların? Kim bu kutsal "anne" adını kullanabilir onun için?”
...
“Açık açık söyleyelim: İnsan, çocuğu dünyaya getirmekle değil, babalığı hak etmekle baba olur.”
...
"Sayın jüri üyeleri, çocuklarımızın delikanlılık çağında, düşünmeye başladıkları çağlarda bu konularda kafa yormadıklarını mı sanıyorsunuz? Olacak şey değildir bu, güçlerini aşan bir kendini tutabilme beklemeyelim onlardan! Babalığı hak etmeyen bir baba -özellikle, akranlarının bunu hak etmiş babalarıyla karşılaştırılınca- delikanlının için için acı çekmesine neden olur. Birçok soru kaynaşır kafasının içinde. Hep beylik yanıtlar alır bu sorularına: "Seni dünyaya getiren odur, onun kanını taşıyorsun damarlarında, sevmek zorundasın onu." Delikanlı elinde olmadan şöyle düşünür: "Dünyaya getirirken seviyor muydu beni sanki... Dünyaya kimin geleceğini biliyor muydu: Şehvet anında -belki de sarhoştu o anda; içkiye düşkünlüğümün bu yüzden olmadığını kim iddia edebilir... işte bana en büyük iyiliği- evet şehvet anında ne benden, ne de kız mı erkek mi olacağımdan haberi vardı. Sırf beni dünyaya getirdi diye niçin sevmek zorunda olayım onu? Beni ömrü boyunca hiç sevmeyen bir insanı ne diye seveyim?" Ne yazık ki bu sorular kaba, duygusuz gelecektir size, ama gençlerden olanaksız olanı, düşünmemelerini istemeyelim. "Gerçek, kapıdan kovsan pencereden girer... " en önemlisi, en önemlisi de "madenden," "dumandan" korkmayalım. Sorunlarımızı mistik görüşün istediği gibi değil, sağduyumuzun, insan sevgimizin sesini dinleyerek çözümleyelim. Baba-evlat sorununu nasıl mı çözümleyeceğiz? Şöyle: Varsın babasının karşısına dikilsin çocuk, akıllı uslu sorsun ona: "Söyle bana baba, niçin sevmek zorundayım seni? Seni sevmek zorunda olduğumu kanıtlayabilir misin bana?" Baba çocuğunun bu sorusuna yanıt verebilecek, ona bunu kamtlayabilecek güçteyse bu aile mistik düşünce yerine sağduyu, karşılıklı sevgi ve saygı temellerine dayanan gerçek, uygar bir aile demektir. Tersi durumda, baba onu kanıtlayamadığı zaman... bu ailenin sonu gelmiştir artık: O andan sonra baba, baba değildir; çocuk da babasını yabancı birisi, hatta düşmanı sayma yetkisini de, hakkını da elde etmiştir.”
...
“Sayın jüri üyeleri, kutsal bütün varlıklar üzerine yemin ederim size, bu onun babası değil de bir yabancı olsaydı, odaları koşarak dolaşıp aradığı kadının bu evde olmadığını anlayınca, rakibine en küçük bir kötülük yapmadan -belki birkaç kez tartaklardı, ama hepsi o kadar- gene koşarak çıkıp giderdi. Çünkü onunla uğraşacak zamanı yoktu, sevgilisinin nerede olduğunu öğrenmesi gerekiyordu. Ya babası, babası... çocukluğundan beri nefret ettiği babasını, düşmanını, onu toplumda bir paralık eden insanı, şimdi de korkunç rakibini görünce her şey değişti ! Sonsuz bir nefret bir anda bütün benliğini sardı, düşünmüyordu artık... Deliliğin, çılgınlığın bir sonucuydu bu. Evrende her an kendi kendine, düşünülmeden olduğu gibi, doğanın, ölümsüz yasalarının öcünü alması . . . Ama öldüren sanık değildir, bunu ısrarla haykırıyorum. . . hayır, öldürmek istemeden, öldüreceğini bilmeden, sonsuz bir nefret içinde havanelini kaldırıp indirmiştir. O uğursuz havaneli yanında olmasaydı öldürmezdi babasını, yalnızca döverdi, ama öldürmezdi. Kaçarken, ihtiyarın ölüp ölmediğini bilmiyordu. Böyle bir cinayet, cinayet sayılmaz. Bu koşullar altında baba katili diyemezsiniz ona. Hayır, böyle bir babayı öldürmekle baba katili olmaz insan. Ancak kör inanç baba katili diye adlandırabilir onu!”
...
“Bir suçsuzu cezalandırmaktansa on suçluyu bağışlarım.”