Çağdaş İtalyan yazar Antonio Tabucchi bu kısa romanını " Kurbanın değil, araştıranın kimliği üzerine, olmayan bir romanın hikayesi" diye açıklamış.
Seksen sayfalık bu kitap, okunması kolay ama anlaşılması zor, enteresan bir novella...
İtalya'nın bir liman kentindeki bir hastane morguna bir cinayete kurban giden bir gencin cesedi getirilir. Kimsenin sahip çıkmadığı, arayıp sormadığı bu delikanlıyı kendi gençliğine benzeten morg görevlisi Spino, onun kim olduğunu ve yaşamını merak eder, neden öldürüldüğünü öğrenmek ister. Kendince bulduğu birtakım işaretlerin peşinden giderek delikanlıyı tanıyabileceğini umduğu bazı insanlara ulaşır, onlarla konuşur. Her konuştuğu insan onu başka birine ve başka adreslere yönlendirir, Spino da bu yönlendirmelerin peşinden gitmeye devam eder. Fakat cevaplar artacağı yerde sorular artmaktadır ve sanki Spino, aslında delikanlının değil de kendi hayatının izlerini sürüyormuş gibi bir içsel yolculuğa çıkar. Bu yolculuk, ilerleyen ama hiç bir yere varmayan bir yolculuktur. Tıpkı ufuk çizgisi gibi... (Sen ufuk çizgisine doğru giderken, ufuk çizgisi de senin ona yaklaştığın kadar senden uzaklaşır).
Yazar, kitabın sonuna eklediği Not kısmında söyle diyor:
"Doğrusu ufuk çizgisi geometrik bir yerdir, çünkü bizimle birlikte yer değiştirir. Büyü olsun diye, yarattığım kişinin o noktaya varmış olmasını isterdim, çünkü o da ufuk çizgisini bakışında taşıyordu.
Bu eseri, gerilim romanı olarak tanımlansa da felsefik roman olarak nitelendirmek daha uygun olabilir kanısındayım.