Gönderi

287 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
6 günde okudu
Tarih okumayı sevenler ve geçmişte neler yaşandığını farklı taraflardan dinlemek isteyenler için bir hazine bu kitap… Osmanlı Ordusu’nda subaylık yapan ve yüzbaşılığa kadar yükselen Sarkis Torosyan, Balkan savaşları ile başlayan ve Kurtuluş Savaşı’na kadar devam eden o korkunç acılarla dolu 15 yılın anılarını birinci ağızdan aktarıyor bu otobiyografisinde. Ermenilerin askere alınması yasak olduğu halde kendisini seven bir Paşa sayesinde çok istediği askeri okula yazılabilen ve okulunu başarı ile tamamlayan bir genç Sarkis Torosyan. Kayseri Everek’li (bugünkü adı ile Develi) bir ailenin 4 çocuğundan biri. Ağabeyleri ABD’ye göçmüş, eşrafın tanınan simalarından olan babası, annesi ve küçük kızkardeşi Everek’te kalmışlar. İstanbul’da okuyan Sarkis Torosyan mezuniyetinin hemen akabinde Çanakkale cephesine atanmış, topçu subayı olarak burada birçok başarıya imza atmış. Sonrasında isyanlardan şaşkına düşen imparatorlukla beraber bir Makedonya’ya, bir Doğu illerine, son ümit güneye, Arap bölgelerine koşuşturduğundan ailesini hiç görememiş. Bir asker olarak tabii ki Ermeni tehcirinden haberdar, lakin Enver Paşa’nın Ermeni subay ve doktorların ailelerine dokunulmayacağına dair kati emri olduğundan yüreği bir nebze rahat. O kahraman bir Osmanlı subayı; kendisi vatan için savaşırken o vatanın ailesine zarar vereceğine inanmıyor. Yine de kaybedileceği açıkça farkedilen savaş, korkunç acılar ve yoksulluğa çare olamayacağı anlaşılan İttihat ve Terakki’nin giderek sertleşen ve faşizme evrilen politikaları Torosyan’ı tedirgin ediyor. Ailesinin -kurallara aykırı olmasına rağmen- sürüldüğünü, bu sürgünde anne ve babasının öldüğünü, kızkardeşinin Suriye’de bir kampta zor koşullarda kaldığını öğrenince -tabiri caizse- dünya başına yıkılıyor. Hayatı boyunca savaş, acı ve ölümden başka bir şey görmemiş olan bu adam, intikamını ihanet ederek alıyor; ayrılıkçı Arapların tarafına geçip Osmanlı Ordusu’nu arkadan vuruyor. 1920lere kadar, yaklaşık 2 yıl devam ediyor bu ihanet. Sonrasında fark ediyor ki, yeni Türkiye Cumhuriyeti eski düşmanlarla barışmak ve Anadolu’da barışı tesis etmek istiyor, Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar da hemfikir. Ölümden, öldürmeden başka çare yolu bilmeyen bu adam, vatandaşlarının, ailesinin intikamının alınmayacağını, Batılı devletlerin onları “sattığını” ve artık yapabileceği bir şey kalmadığını düşünüp ağabeyleri gibi ABD’nin yolunu tutuyor. Torosyan’ın anıları bir tarih araştırmacısı için çok değerli. Ermeni toplumunun bu sürgüne ilişkin neler yaşadığını ve ne hissettiğini anlatması bakımından da önemli bir kaynak. Torosyan sürgünü yaşamadığı için aktardıkları daha çok dönemin siyasi atmosferi ve askeriyedeki etkileri ile sınırlı. Ancak askeriyenin içinden “karşı” tarafa ait fazla yazılı görüş olmadığı düşünülürse, değeri büyük. Sürgün, soykırım, ihanet, kalleşlik konularına girmeyeceğim. Bu konularda bolca okuyanlar kendi görüşlerini zaten oluşturuyorlar, kimileri ise hali hazırda üretilmiş sloganlardan beğendiklerinin peşine takılıyor. Çoğu zaman saygı sınırlarında kalarak, birbirini dinleyerek anlamlı bir zeminde tartışma imkanı olmuyor. Bu nedenledir ki, kendi görüşlerimi uluorta paylaşmayı uzun zaman önce bıraktım. Torosyan’ı okumanızı öneririm. Tarihte yaşananları taraflarının gözünden görmek, empati kurmak, sloganlar yerine olanlara odaklanmak, insanları anlamak için… Bir yönü ile kahraman, diğer yönü ile ellerine atalarımızın kanı bulaşmış bir hain var karşımızda… İşte eşsiz bir fırsat: Onun yerinde biz olsak acaba nasıl davranırdık? Arka planda İttihat-Terakki’nin ayak oyunları, baskı-zulüm, yükselen Mustafa Kemal Paşa, sersefil Anadolu halkı, ayrılık isteyen azınlık gençleri, kafası karışmış azınlık halkları… Acı bir dönemin acılarla yoğrulmuş, acı kararlar vermek zorunda bırakılmış insanları onlar. Kitabı Ayhan Aktar yayına hazırlamış. Muhtemelen gelecek eleştirileri tahmin ettiğinden çok detaylı bir araştırma ile Sarkis Torosyan’ın anlattıklarından nelerin ispatlanabildiğini, nelerin ise soru işareti olarak kaldığını satır satır, dipnotları ile aktarmış. Bu o kadar özenli bir çalışma ki, büyük bir takdiri hak ediyor. Sayesinde dönemin paralel gelişen bir çok olayını da okuma ve inceleme fırsatım oldu. Kapanışı, Torosyan, kendi sözcükleri ile yapsın istedim: "Kötü yönetilen, sömürülen, eğitimsiz, din adamlarının hakimiyetindeki bir milletin içerisinde baskı gören milli bir azınlık olarak biz Ermeniler her zaman kuşku ve gerginlik dolu bir hava içinde yaşadık. Çok kan kaybettik, sözü dahi edilmeyen baskılar gördük ve katliamlara maruz kaldık. Hafiye teşkilatının yarattığı baskının etkisini hissederek ve zulümle yönetildik. Kısacası, yeryüzündeki bütün milli azınlıklarla aynı kaderi paylaştık. Umutsuzca özerlik isterken, öncelikle emperyalist Rusya’ya, sonra emperyalist İngiltere’ye ve en sonunda da emperyalist Fransa’ya kandık. Lakin aslında ulusların isimlerinin bir önemi yoktur. Emperyalizmin amaçları ve uygulamaları sadece yüzeysel farklılıklar gösterir; fakat özünde onursuz ve iğrençtir. Emperyalistler bizi isyana kışkırtıyorlardı. Bir yanda, bizler üzerimizdeki milliyetçi emellerin ağırlığı altında ezilirken, diğer yanda, yöneticileri tarafından sömürülen Türk halkı kışkırtılarak aşırı uçlara doğru yönlendiriliyordu. Demagoglar, Ermenileri yem olarak kullanarak dini duyguları ve fanatizmi körüklüyor ve bu gariban kalabalığın zihnine hükmetmeye çalışıyordu. Gerçekleşmesi imkansız olan hayali milliyetçi hedeflere ulaşmak üzere kışkırtıldık. İçinde bulunduğumuz isyan halinin yarattığı tehdit yüzünden çaresizliğe düşen Türkler, sonunda Ermeni meselesini Birinci Dünya Savaşı esnasındaki büyük katliamlarla kesin olarak çözmeye karar verdiler.”
Çanakkale'den Filistin Cephesine
Çanakkale'den Filistin CephesineSarkis Torosyan · İletişim Yayınları · 20127 okunma
·
346 görüntüleme
Rîndkeş okurunun profil resmi
Kaleminize sağlık 🌼👍
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.