Kadın-erkek ayrımı yapmaktan hoşlanmam ama sanırım kadınların dünyasına pek hitap etmeyen bir roman. Bu konuda kasancakis'i suçlayacak değilim elbette. Zevk meselesi. Nobel de bir kıstas değil ayrıca. İyi romanın ölçütü salt ödüller olamaz.
Aleksi Zorba, dünya edebiyatına kazandırılan en büyük karakterlerden biridir. Edebiyatta karakter yaratmak ve bunu tutarlı bir anlatımla okuyucuya aktarabilmek müthiş bir başarıdır. Bu onur Kazancakis'e nasip olmuştur. Bunu teslim edelim.
Zorbanın derinliği, sadelikten gelen samimiyetiyle birleşir. savaşlar görmüş, insan öldürmüş, esareti de kıyımı da yaşamış, kadınları tanımış, en çok onları sevmiş, diğer pek çok duygunun hakkını vermiş halleriyle karşımıza çıkar. Bu açıdan kanlı canlı bir tiptir. Sözleriyle ve davranışlarıyla müthiş tutarlıdır. Anlattığı hikayeler ve başından geçen türlü türlü olaylar epik bir destan tadındadır. Anlatımın bir tür aktarım şeklinde olması da alınan zevki katlayan bir unsur şüphesiz. Bu açıdan da Kazancakis'i kutlamak gerekir. Ayrıca çivit mavisi deniz, yemyeşil bir çevre ve insan tasvirleri de son derece etkileyici yan unsurlar olarak sinemasal bir lezzet sunar okura.
eğitimsizliğin ve kısır bir dünya görüşünün her yanı esir aldığı bir dönemde, Zorba'nın şahsında bir dünya vatandaşı çıkar karşımıza. O yaşam sevgisinin vücut bulmuş halidir. Ölümü karşıladığı o sahneden ölümsüzlüğe uçmuştur artık.
"Hepimiz Zorbayız" diye bitirmeyeceğim elbette ama, ona yapılan haksızlığa karşı iki laf etmek istedim. Lise çağında bir ergenken de keyif alınır, otuzlu-kırklı yaşları sürerken de... çağdaş bir klasik olarak literatürdeki yerini çoktan almış bir roman bu. Kendini ispatlamış her anlamda. Okuyup keyfini çıkarmak gerek. Hangi sayfası hatırlamıyorum ama, tanrı hiçbir yere sığmaz da, ufacık bir kalbe girer diye bir cümle vardı romanda. O yüzden kalp kırmamak gerektiğine bağlıyordu anlatan. Aynı konu işte. Pek çok kalbe girmiş biri Zorba.