Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

222 syf.
7/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Bu kitapta sevgili yazarımız Jack, kendi pamuklara sarınmış hayatını sürdürmeye devam ederken yoksul semtlerdeki hayatın nasıl olduğunu merak eder ve kalkıp Londra'nın Doğu Yakası'na gider. Buraya Uçurum demiştir çünkü Doğu Yakası halkın en en en yoksul, en alçakça biçimde yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanların yaşadığı yerdir. Nasıl bir sefalet nasıl bir çaresizlik, hani yaşamak diyoruz da olmaz olsun böyle yaşamak diyorsunuz anlatılan yaşantıları okudukça. Tek göz odada kalan kalabalık aileler, tek göz odayı çoklu kullanan aileler(20li sayılardan bahsediyoruz) insan kılığı kalmamış insanlar. Parasızlık, açlıktan ölen çocuklar/yaşlılar, iş kazası geçirdiği için çalışamayıp dilenmekten beter olan insanlar. Günlerce süren açlık, parasızlıktan yiyecek bulamama sonucu çöpten toplanan yiyecekler, lokantalarda daha iyi durumda olan insanların tabaklarında bıraktıkları artıklarla beslenme, çürüyerek açlıktan ölmüş kuru kabuk haline dönmüş,GÜNLER SONRA bulunmuş cesetler. Ve yönetimin, suçu sistemde değil de yine bu sömürülen insanlarda bulması. Örneğin insanların parasızlıktan başlarını sokacakları bir ev tutamamaları, bu yüzden bütün geceyi soğuk, yağmur, çamur fark etmeksizin sokaklarda dolaşarak geçirmesi, hatta bu insanların parklarda, sokaklarda uyumalarına izin verilmemesi gibi zalimlikler. Sonra bu insanların "TUZU KURU “olan erk sahipleri tarafından SERSERİLİKLE ve KENDİNİ İHMAL ETMEyle suçlanması. Şimdi bunları yazdım kitabı çok beğendim gibi bir izlenim çıktı değil mi? Maalesef ki benim için tam olmamışlık hissi uyandıran kitaplardan birisi. Sebeplerine gelince; - Sürekli aynı şeyleri tekrar ediyor olması insanların emeği sömürülüyor, emeklerinin karşılığında hak ettiklerinden çok az para veriliyor gibi örneklerin biz gerizekalıymışız gibi sürekli vurgulanması. Bu hissin aynısını
Beyaz Diş
Beyaz Diş
’te de yaşamıştım. Jack London okuyucusunun zekâsından şüphe ediyor sanırım. - Anlatımdaki yavanlık… Yani tamam çok aciz bu insanlar anladık, sürekli örneklerle de açıkladı ama duygular nerde?? Ben evinde ölen yaşlı teyze için üzüntüyü alamadım, sıkış tepiş o evlerde yaşayan insanların daralmışlığını hissedemedim, soğuktan tir tir titreyemedim sabaha kadar sokakta duran insanlarla. Jack London’un genel bir kusuru bu bence, çok fazla akıl mantık çerçevesinde anlatıyor, yani tam tabir aklıyla düşünüyor ama kalbinde hissetmiyor anlattıklarını olur sanırım. (Martin Eden’i ayrı tutuyorum.) - Sefaleti kenarından yaşayıp bu insanları anladığını düşünmesi de biraz üst sınıf şımarıklığı gibiydi bence, hayatlarını anlamak istiyor ama sabah olunca soğuk ve uykusuzluk dayanılmaz oluyor ipek çarşaflarına geri dönüyor koşa koşa. Sanki başka insanların sefil halde yaşamasını anlatan bir tiyatro oyununu izlemeye gidermiş gibi. Sevmedim bunu! - Sürekli “İngiltere pis, kaka, iyyrenç amma bizim Amarika böyle mi? Cennet cennet !!” kafasında takılıp sürekli de bunu vurgulaması. He canım Amerika çok güzel gelsene!! - Son olarak da bu kesimdeki insanlara dair(kendi gözleriyle görüp, deneyimlemesine rağmen) bunlar ne anlarlar, zarafetten, hayal gücünden yoksunlar, çocuklaştıklarında bile gülünç duruma düşüyorlar şeklinde çıkarımlarda bulunması. Aşağılayıcı buldum, sanki o insanlardan tiksinmiş gibi ama bunun yanında ayıp olmasın diye duyar kasıyormuş gibi. Samimi bulmadığım bir kitap oldu, pek çok veriyle durumun ne kadar içler acısı olduğunu anlatmaya çalışmış ama bence o insanları anlayamamış, empati yapamamış. Evet anlatılan tablo gerçekten korkunç fakat okurken o umutsuzluğu, çaresizliği, dehşeti hissedemiyorsunuz. En çok etkilendiğim kısım sonlara doğru anlatılan ölme ve gömme süreci arasındaki kısım oldu. “Aile çok fakirse, ceset toprağa verilebilene kadar bir süre odada kalır. Gün boyunca yatakta bekler, geceleyin aile yatacağı zaman masaya konur; sabah olunca aile kahvaltısını edebilsin diye, ölü tekrar yatağa alınır.” Bu derecede bir sefalet hala günümüzde var mıdır bilemem belki de vardır, ama bizler yumuşak yataklarımızda, sıcak evlerimizde uyurken sokaklarda sabahlayan, yiyecek bulmak için dağılan pazar yeri tezgâhlarının arasında dolaşan, çöp toplayan insanlar olduğunu biliyorum. Bizler her gün hayatın keşmekeşinin içinde yanlarından geçip gidip görmüyoruz bu insanları bunu da biliyorum. Sömürülen işçiler, "Çok sayıda insanın bir tek kişiye elbise dikmek için çalışması yüzünden, bunca insanın elbisesiz kalması." durumu, kendi cepleri dolduktan sonra emek veren işçileri sayesinde cebinin dolduğunu unutup ahkâm kesen patronlar hala var. Yükselen binalar yüzünden evsiz kalan insanlar, artan kiralar, düşen hayat standartları hala var. Yani 1402’den bugüne yaşanılan değişim oranı çok da büyük değil. 2017’de dünyada hala; 1402’nin Londra’sında Doğu Yakası’ndaki insanları anlatan bu romanın tekrarını yaşayan insanlar olmadığından emin miyiz?
Uçurum İnsanları
Uçurum İnsanlarıJack London · Alfa Yayınevi · 20203,537 okunma
··
35 görüntüleme
Roquentin okurunun profil resmi
Oha yemin ediyorum ben yazmışım gibi hissettim , valla inceleme yazasım geldi yeminle . Ne diyorsan katılıyorum yuru ya okuyucu 😂😂
NigRa okurunun profil resmi
Hahahah eyvallah okur var ol, kitap ikizi miyiz neyiz. :)
2 sonraki yanıtı göster
Uğurcan Koç okurunun profil resmi
İncelemelere devammm!!! ;))
NigRa okurunun profil resmi
Teşekkürler üstat. ;))
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.