Taşlara Hürmet Ediniz"Altı üstü bir taş işte, ne önemi var, demeyin." diyor yazar kitabında. Sokakta ayakkabımın burnuyla uzun zaman gittiğim yere gelmesi için mecbur ettiğim taşlardan haberdarmış gibi. Bir defa da market poşeti içinde Karadeniz kıyılarından bozkır topraklarına taşımıştım. Biz çatlak bozkır toprağının çocukları belki de bilmiyorduk bu işin usulünü. Bir taşı denizinin kıyısından kopartıp almak taşa ve onu yontmak için onca zaman uğraşan denize hakaret olabilir miydi? Bunu idrak edebilecek kadar büyük değildim. O zamanlar en az beş kilo ettiğini düşündüğüm taş dolu poşetimi taşıyabilecek kadar boyum vardı. Büyümek zorundaydım çünkü annem valizle birlikte onları taşıyamayacağı söylemiş ve poşeti bırakmamı istemişti. Her sabah gittiğim denizden araya araya bulduğum ve biriktirdiğim taşları bırakmak zoruma gitmişti. Uzunca bir vakit taşıdım onları ve daha uzun süre de sakladım. Zaman içinde azaldı sayıları. Nereye gittiklerini bilmiyorum fakat beş tanesini hâlâ tutuyorum çocukluğumdan ve İnebolu sahilinden kalan tatlı bir hatıra niyetine.
Taş sektirmeyi öğrenecek kadar uzun süre kalamadım bir denizin kıyısında. Tekrar denize armağan ettiğim taşlar hep tek hamlelik. "Culp" diye gelen bir ses ve büyüyerek kaybolan dalgalar. İnebolu'ya belki de bu yüzden bir daha dönemedim. Taşlar ve deniz hâlâ kızgın olabilir. Bu kitaptan sonra fark ettim.
2023 baskılı olsa da uzun yolculuğunu bildiğim kitabın 22 tane taşa yaslanmış öyküsü var. Altmış ikiden tavşan yapılırken yirmi ikiden gemi bile yapamamak üzüyor bir parça. Sayının kıvrımları denizin dalgalarına karşı pek dirençli değil. Bu sebeple denizde yüzen iki kuğuya benzetip onların arkalarında bıraktıkları incecik çizgiyi takip ediyorum. Bir videoda kuş yapıldığını gördüm fakat konumuzun kuşlarla henüz bir ilgisi yok.
Bakmayı bildikten sonra herhangi bir nesneden pek çok öykü çıkartabilir insan. Ayakkabılarımızın ucunda iteklediğimiz taştan bu denli güzel öyküler çıkartıp hissemize güzellikler düşüren yazarı ne denli tebrik etsek az gelir. Taşı taşın üzerine, kelimeyi kelimenin üzerine koymak öyle kolay mı? Birini mimarlar ve mühendisler yapıyor; birini yazarlar. "Cedlerimiz inşa etmiyor, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu." diyen Tanpınar mimarları da yazarlarla aynı kefeye koyardı muhakkak ki. İnşa etmek sadece bina ile olmuyor. Öykünün inşası da zor ve meşakkatli.
Sait Faik öykü yazan biri hakkında şunu söylemiş: "Bırakın canım, ondan hikâyeci mi olur? Daha balıkların adını bile bilmiyor." Balıkların, çiçeklerin, kuşların adlarını öğrendikten sonra bir de taşların adını bilmek gerektiğini fark ediyoruz bugün. Yağmura eşlik eden yada taşını, ahlat taşını, kehribarı, safiri en çok da safiri daha iyi bileceğiz artık. Fakat benim en sevdiğim soluk taşı. Bir nefeslik süre boyunca oturmayı ve bir bardak şerbeti bekliyor insan. Sakarya Türküsü'nden çıkıp gelmişiz; yükümüz ağır, yolumuz uzun bu sebeple hepimizin bir soluk taşı olsa ne iyi olurdu. Belki bir tas ayran üzerinde birkaç saman çöpüyle birlikte gelirdi ikramımız ve üşütmek gibi bir derde daha duçar olmadan ağır ağır içip yeniden revan olurduk yolumuza. Belki bir binek taşının kıyısında birisi atın dizginlerini tutuştururdu ellerimize. At güzelse binicisi de güzel olabilirdi. "O güzel insanlar, o güzel atlara binip giderken bir binek taşından yardım almışlardı kim bilir? Artık binek taşları kalmadı. Soluk taşını görenler haber versin. "Daha önce görmediğini de tanıyabilir insan bazen." Hayra yoralım rüyaları. "Rüya dediğimiz gerçeğin bir adım ötesidir çoğu zaman." Yazarının da söylediği gibi. "Sürekli aynı yazarı okuduğumuzda onun gördüklerini görmeye başlayabiliriz. Fakat takılıp kaldığı yerlere biz de mi basıp düşeceğiz?" Yazar, söylediği gibi günlerden bir gün yazdı taşların hikâyesini. Bize emanet etti sonra. Taş, denize paralel olarak ilk kez sekti. Şimdi bizler eşlik edeceğiz ona. Ayakkabılarımız yok ve son vapurun sesi de duyuldu.