Gönderi

508 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Zıtlıkların iç sesi...
Bir film izledim sanki; Orta Çağ Fransa'sının Paris'inde çekilmiş, uzun soluklu ve bir o kadar da sonu çabuk gelen bir film... Bazı kitapları okurken dev ekranda izliyormuşum gibi canlanır gözümde her sahnesi. Bu da kitabın biçemindeki gücü gösterir şüphesiz. İzlediğim Orta Çağ halkının gözleri keskin, aklı kördü. Kulakları işitiyor, kalpleri sağırdı. Adaleti ise bir keçiyi bile idam ettirebilecek bir adalet çarkıydı. Bunun aksi olan bir tek kişi gördüm, Quasimodo... Kulakları işitmiyor, tek gözü görüyordu. Eksikti o. ( "Kalbi sakat olmasın" diyesi geliyor insanın ) Fakat kalbiyle tamamlıyordu eksiklerini. Her şey olması gerekenin tersi gibiydi. Hani biz insanlar severiz ya kılıfa göre zihnimizde karakter yazmaya, belli kalıplara belli anlamlar yüklemeye ve onlara neredeyse körü körüne inanmaya. Örneğin din adamlarını Tanrı sevdalısı sanırız, "şairim ben" diyeni bir şiir gibi görür, "feylesofum" diyene hayatın anlamı onda gizliymiş gibi yaklaşırız. Buraya kadar olan kısımda sorun yok aslında, her şey olması gerektiği gibi olsaydı yani bizler sahip olduğumuz sıfatların hakkını verebilseydik bütün o sıfatların yüklü olduğu insanlar olması gerektiği gibi muamele görüyor olurdu. Fakat bizler insanız ve çokça şaşarız! Dokunduğumuz ama taşıyamadığımız her şeyi kirletiyoruz. Sonra sıfatlar değerinden yoksun, insanlar ederinden fazla eder oluyorlar. Güzel bir kılıfa bütün güzel anlamları yüklüyor, "çirkin" diye tabir edilene sırtımızı dönüyoruz. Uzak olduğu tüm anlamları dikiyoruz üstüne iğneleri batıra batıra. Bunlar olasılıksız değil elbette. Kılıflar, içini temsil ediyor olabilirler. Bir iç'in dışa vurumunu görüyor olabilir gözlerimiz. Fakat sorun şu ki su götürmez gerçeklermiş gibi bakabiliyoruz bunlara. Belli kalıplara belli kavramları hapis ediyor, ardından içlerini doldurmaya başlıyoruz ve kimi nereye yakıştırıyorsak oraya mahkum ediyoruz. İnsanı anlatan bir eser kaleme almış olsaydım şüphesiz buna tüm yargıların yıkıntısıyla başlardım. "Quasimodo'lar çirkin ama güzel adamlardır" derdim örneğin. "Öfkeli bir kadının öfkesinde yatan derin bir yarası olabilir, bir din adamı Tanrısını aldatıyor, bir bilgin koca bir hiçlik girdabında cehaletle boğuşuyor olabilir." diye devam ederdim. İnsanlar ne bizim yüklediğimiz anlamları düşündüğümüz gibi su götürmez bir gerçek gibi taşır ne de kimileri, yakıştırmaya değer bulmadığımız güzelliklerden ırak olabilir. Yeri gelir tüm zıtlıklara, bir arada barınırken rastlayabiliriz ... Bu kısım doğrudan spoiler içerebilir ama değinmeden geçemeyeceğim. Asırlardır ayakta duran Notre Dame Katedrali'ni, Hugo tüm ihtişamıyla kaleme almış ve sonunda büyük bir saldırıya ev sahipliği yapmış kilisenin, ardından bir yangınla yüzyüze geldiğine şahit oluyoruz. O sahneleri okurken kendisine çokça hak verdiğim Einstein'a isnad edilen şu sözler yeniden hayat buldu sanki. Einstein der ki: “İnsanlar, ağzından çıkan cümlelerin, beyninden çıkan düşüncelerin, bütün evreni dolaşıp tekrar kendilerine geri döndüğünü bilse, eminim çok daha dikkatli olurlardı.” Çünkü tuhaftır ki Notre Dame Katedrali sahiden de asırlar sonra ikinci ama bu defa gerçek bir yangınla 2019 yılında savaşmış ve öyle ki hâlâ o yangının vermiş olduğu tahribat izlerini korumakta ve onarım çalışmaları devam etmektedir. Kimisi buna tesadüf der kimisi başka anlamlar yükler. İnandığımız yerden görürüz hayatı. Evren tesadüflerle mi yön buluyor yoksa gerçek enerjilerin açığa çıkışı mıdır bizlere yön veren..?
Notre-Dame'ın Kamburu
Notre-Dame'ın KamburuVictor Hugo · Mavi Çatı · 201633bin okunma
·
42 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.