Gönderi

“Biz Hayatı Türkülerden Öğrendik”
Anadolu insanının iç dünyasını ve hayat bilgisini türkülerden öğrenmek lâzım. Her türkü de Anadolu insanının hikâyesi, yâni acısı, ağıtı, hüznü, gurbeti, sevdası, yoksulluğu var. Umutsuz aşkların, gurbet sızılarının, dinmeyen hasretlerin hikâyeleri anlatılır. “Şu mübarek günde küsmek olur mu / Uzat ellerini bayramlaşalım / Tanrı selâmını kesmek olur mu / Uzat ellerini bayramlaşalım.” Türküler Anadolu insanının hayat bilgisinin manzum ve nağmeli bir kaynağıdır. Sesiyle bağlamasıyla hayatımızı anlatır türküler. İntizarımız, sevicimiz, hüznümüz, neşemiz türkülerde dile gelir. Örf-âdetlerimizi, adamlığımızı, yiğitliğimizi türkülerden öğreniriz. “Dersini almış da ediyor ezber / Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler aman / Aman ben yârelendim aman / Bu dert beni iflah etmez del'eyler / Benim dert çekecek dermanım mı var aman / Aman sürmelim aman…” Türkülerimizin hayatımızdaki vazgeçilmez yerini yazar Mahir Adıbeş’in cümleleriyle târif etmek lâzım: “Biz hayatı türkülerden öğrendik, konuşmayı, dili, şiir yazmayı, sohbet etmeyi, yârenliği, şakalaşmayı, eğlenmeyi... (...) Biz türkülerle millet olmayı, bir arada yaşamayı öğrendik. Kol kola girip halay çekerek, tek sesten türkü söyleyerek barışı, kardeşliği, birliği, bir olmayı, sevmeyi, güvenmeyi, vatan kurmayı, vatanı savunmayı öğrendik.” “Sümmânî’yim yâ Rab gönlüm hoş eyle / Ya sabır ver ya bağrımı taş eyle / Ya bir çift kanat ver ya da kuş eyle / Tez yetişem dost bağında talan var” “Türküler bizi söyler, biz türküleri” Türkülerimizi geleneğimize zül getiren pespaye sanatçılardan koruyan ve türkülerimizin yaşayan hâmisi Bayram Bilge Tokel’in “Türküler Kalır” kitabındaki şu ifadelerine, türkülerle iç içe olan hayatımıza bigâne kalan romancı ve hikâyeciler kulak vermelidirler: “Türküler bizi söyler, biz türküleri. Türkü biziz aslında. Sevdalarımız, gurbetlerimiz, ayrılıklarımız, acılarımız kadar dualarımız ve beddualarımızı da türkülere ısmarlarız. Gün olur insanımız serapa insan, insanımız tepeden tırnağa türkü kesilir. Türküsünden ayrı kalan insan, ümmetinden ayrı düşmüş peygamber gibidir. Yasaklayanlar gider, türküler kalır” diyor. “Seherin vaktinde cümbüşe geldim / Dağlar ya Muhammed Ali çağırır / Bülbülün feryadı bağrımı deldi / Bağlar ya Muhammed Ali çağırır / Vird verilmiş gökte olan kuşlara / Bak bunların gözündeki yaşlara / Sular yüzün vurmuş taştan taşlara / Çağlar ya Muhammed Ali çağırır” “Türkü deyip de geçme tanı!” Türkülerden öğrendiğimiz hayat bilgisinin iki cephesi var. Biri gönle dair, diğeri hayata tutunmak için gerekli nasihatlerdir. Anadolu’nun ümmî insanlarının bile anladığı “İnme turnam inme sen bu pınara / Avcı tuzak kurmuş var yolun ara…” türküsünde sembollerle ifade edilen sözler aslında bizedir. “Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar / Anadan babadan yârdan ayrı koyarlar…” türküsünde birden çok mânası olan nasihat vardır. Türkülerimizin müdafîlerinden Mehmet Özbek usta türkülerimizin ebedî dostu bendenizin yüreğine tercüman olurcasına “Türkü deyip de geçme tanı! Kendi türkülerini okumayan milletlere. Yabancılar kendi türkülerini okuttururlar…” diyor. (Türk Yurdu dergisi, Ocak 2010, sayı: 269) Anadolu insanını tarihçilerden değil, türkülerden öğrenin Anadolu insanın hayat bilgisi bütün veçhesiyle türkülerde saklıdır. Anadolu insanının hayatını dünden bugüne tarihçilerden değil, türkülerden öğrenmek lâzım. Aydınların “Halk Müziği” diyerek küçümsedikleri türkülerimizde Cumhuriyet devrimcilerinin dayattığı modern mûsiki ürünleriyle kıyas bile edilemeyecek üstünlükte sosyal ve ferdî ruhumuzun zengin nağmeleri vardır dikkate alması gerek. Sevda türküleri, gurbet türküleri, askerlik türküleri, hapishâne türküleri, eşkıya türküleri, tabiat türküleri, hikâyeli türküler, bayram türküleri, düğün türküleri ve mürşitleri, efendileri, beyleri anlatan türküler hayatımızın manzum sesidir. “Kırmızı Gül” türküsünü bilmeyen, bilip de bir asır ötesinden kopup gelen duygulara gark olmayan insanın gönlü bu milletten beri düşmüştür. Bir misâl olarak sadece bu türkümüzün hikâyesinde bile nice gurbet acılarıyla pişen insanımızın yüreğindeki sızıların farkına varırız: “Kırmızı gül demet demet / Sevda değil bir alâmet / Balam nenni yavrum nenni / Gitti gelmez ol muhannet / Şol revanda balam kaldı / Yavrum kaldı balam aldı...” Hayatımızın her safhası türkülerde kayıtlıdır Hayatımızın her safhası türkülerde kayıtlıdır. Türkülerimiz tarih ve toplum kitaplarının bahsetmediği insan tarafımızı anlatır. Gönüllerden sâdır olan haykırışları, ağıtları, acıları dile getirir. Çanakkale’de oğlunu şehit veren ananın babanın sayhasını, er kişisinin Allahüekber Dağları’nda donarak şehit olduğunu haber alan gelinin gözyaşlarını türküler düşürür kalbimize. “Hey Onbeşli Onbeşli / Tokat yolları taşlı / Onbeşliler gidiyor / kızların gözü yaşlı...' Yemen Harbine gidip de dönmeyen kocaya ve Balkan Bozgunu’nda şehit olan kolağası nişanlıya yakılan ağıtları türkülerimiz dile getirir. “Mızıka çalınır düğün mü sandın? /Al yeşil bayrağı gelin mi sandın? / Yemen'e gideni gelir mi sandın? / Dön gel ağam dön gel, dayanamirem / Uyku gaflet basmış uyanamirem / Ağam öldüğüne oy, oy, oy, oy inanamirem…” Yüz yıldır savaşlardan gözünü açamayan Anadolu insanının yüreğindeki yangını öğrenmek için tarih kitaplarından evvel türkülerimize müracaat etmeliyiz. Yeme Seferlerinden sonra Balkan Bozgunu Birinci Dünya Harbinde cephelerde en az bir oğlunu şehir veren Türk milletinin yüreğindeki sızıyı ancak türkülerimiz anlatabilir. “Eledim, eledim, höllük eledim / Aynalı beşikte yavrum bebek beledim / Büyüttüm, besledim, asker eyledim / Gitti de gelmedi yavrum, buna ne çâre…” En doğru tarih kitapları bile ecdadımızın Çanakkale mahşerinde yaşadıklarını türkülerimiz gibi anlatamaz. “Çanakkale içinde aynalı çarşı / Ana ben gidiyom düşmana karşı / off, gençliğim eyvah! (…) Çanakkale içinde vurdular beni / Ölmeden mezara koydular beni / off, gençliğim eyvah!...” Devlet-i Aliyye’nin savunduğu ve sonra çekildiği acı dolu Kırım’da yaşadıklarımızın derûnunu hangi tarih kitabı türkülerimiz gibi yürek gücüyle anlatabilir? “Kırım’dan gelirim adım Sinan’dır / Kılıcımın suyu kandır dumandır / Haber geldi Macar Tuna’ya inmiş / Haddini bildirmeye ahdım yamandır… Vatan coğrafyamıza ait olmayan Kore Harbi’ne gönülsüz askere gidişimizin cemiyetimizdeki tepkisi ve intizarları askerî tarih kitaplarından değil, türkülerimizden öğreniriz. “Nakliye alayı sevke dizildi / Kore’ye gidenlerin benzi bozuldu / Bizim evraka da Kore yazıldı / Yansın Kore yansın kül viran olsun / Komünist beyin gözü kör olsun / Kore dağlarında ot kucak kucak / Ne bilsin analar böyle olacak / Rahmet yerine de kurşun yağacak / Gitti de gelmedi balam ne çâre…” Tarihimizde göçerlerin iskânındaki devletin tavrını, göçer aşiretlerin iskâna nasıl tavır aldıklarını ve meselenin duygu tarafını, vakanüvislerin yazdıklarından daha içten ve yalansız ancak Barak ve Bozlak havalarıyla iskân türkülerinden öğrenebiliriz. En meşhur iskân türkülerimizden Dadaloğlu’nun “Kalktı Göç Eyledi” adlı Avşar bozlağını dinlemeden Anadolu’nun sosyal tarihini ve hikâyesini yazamayız: “Kalktı göç eyledi Avşar elleri / Ağır ağır giden eller bizimdir / Arap atlar yakın eder ırağı / Yüce dağdan aşan yollar bizimdir / Belimizde kılıcımız kirmani / Taşı deler mızrağımın temreni / Hakkımızda devlet vermiş fermanı / Ferman padişahın dağlar bizimdir / Dadaloğlu’m bir gün kavga kurulur / Öter tüfek davlumbazlar vurulur / Nice koçyiğitler yere serilir / Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.” Sözün özü; sevdadan gurbete, göçten iskâna, sevinçten gözyaşına, düğünden ölüme bütün hikâyemiz türkülerde dile gelir. “Biz Hayatı Türkülerden Öğrendik” - Ahmet Doğan İLBEY tyb.org.tr tyb.org.tr › ... › Ahmet Doğan İLBEY
··
182 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.