Gönderi

248 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
Dünya bize hep der ki "şu noktada doğdun, haydi tutun, ilerle, ayakların yere sağlam bassın, değişimlere uyum sağla, iyi ol, sağlıklı ve zinde kal, başarılı ol." Çoğunluk sormaz oysa, nedir 'başarı', nedir 'iyi ve sağlıklı olmak, basılacak zemin neresi ya da var mı öyle bir zemin? Bunca adaptasyon ne için?  Beckett'in kurmaca kişisi Molloy'un yere basacak sağlam ayakları yok, eğilip bükülüp uyum içinde hareket etmesini sağlaması gereken eklemleri katılıp kalmış, "adalet kadar kaskatı" diyor bükülmeyen dizi için. Bacakları sağlam da olabilir, bir çok şey gibi belirsiz bu da, yine de farketmez, sakat olduğunu hissediyor zira. "Ruhen tek bacaklı hissediyorum kendimi" de diyor. Başka bir çok sakatlığı var, ruhsal ve fiziksel. Herkes gibi. Sadece O bunu inkâr etmiyor, bazen memnun bile bundan. Bir arayışta Molloy, bu yolculukta Onu 'ileri'ye taşıyacak sağlam bir vasıta da yok. İlerlemiyor, ya da çok az ilerleyebiliyor, on beş adım, en fazla elli adım ve bazen sürünerek. Çoğunlukla bir fasit dairede dolanıyor aslında. Anneye dair travmalar var derinde, çakıl taşlarını emiyor ağzında yol boyunca mesela, varmaya çalıştığı yer de annenin yanı. Anlatının başı aynı zamanda sonu sanki, ve başlangıçta ya da sonda (ne önemi var ki, bu bir döngü değil mi zaten) anne ölmüş,  "yani gömülecek kadar"... Çakıl taşlarının soğuk ve katı anne imgesinden ölümün soğukluğu ve katılığına geliyor gele gele. Molloy, genelgeçer algılara göre bir yenik, bir yalnız, bir uyumsuz, hattâ bir "deli". Ama onun başarı, başarısızlık, yenmek, yenilmek, uyumlu ve sevilen biri olup olmamak gibi dertleri yok zaten. Tüm toplumsal şablonlara eşit derecede yabancı. Olduğu gibi varolan ve olamayınca da varolmayan bir ademoğlu. Yapabileceği sadece yazmak, zihninin akışına kendini koyverip habire anlatıyor o yüzden, sözcükler koltuk değnekleri onun. Derdi bir hikâye anlatmak değil, dünyayı ve hayatı yazıyor tüm çıplaklığıyla, göze kulağa hoş göstermeye çalışmadan ve bir anlatı bütünlüğü kaygısı duymadan. İç içe geçmiş sayısız öykü var satır aralarında. Molloy'un yolculuğu "Hiç" olmaya doğru. "dışarıda dolaşmaktan, kuşatılmış olmaktan, herkesin gözü önünde bulunmaktan usandım." diye yazıyor. İlk bölümün sonunda da aniden buhar olup uçuyor adeta. İkinci bölümdeki Moran, kaybolan Molloy'u aramakla görevlendirilen bir dedektif. O ve oğlu da "normal" değiller. Tuhaf bir baba, tuhaf bir oğul ve aralarında tuhaf bir ilişki. Bu bölüm boyunca Moran Molloy'a benziyor giderek. Katılaşan diz eklemi, bir bir dökülen uzuvları, on beş adımlık ilerlemeleri ve sürünmeleri ile. Döne dolana vardığı yer ıssız bir virane haline gelen kendi evi. Ev, yuva ve anne mi? Anlatının başında annesinin odasında olduğunu söylüyordu Molloy, o oda bu evin bir odası belki de... Moran  Molloy'a mı dönüşüyor, yoksa tersi mi, ilk bölümde Molloy'un anlatıp durduklarını bize anlatan kimdi, ikisi farklı kişiler mi yoksa aynı kişi mi, yazar mı anlatıcıya dönüşüyor yoksa? Yanıtları bulmak (bulabilirse eğer) okura kalmış. Bir yerde anlatıcının dediği gibi, "başı sonu olmayan şeylerin bastırılması imkânsız karmaşası". Yine kitaptan bir cümle ile, "doğadaki bin türlü krallığın mozaiği içinde, olanca yalnızlığı ve eli kolu bağlılığıyla insan" Beckett'in yazdığı. İronik, sert, sıra dışı, norm dışı. Karakterler yaralanmaya çok açık. Anlatılan her şey acınası, buruk ve sarsıcı. Maurice Blanchot şöyle diyor: "Burada, birisi güzel bir kitap yazmanın onurlu hazzı uğruna yazmaz, esin diye adlandırılabileceği sanılan o yeğin zorlamayla da yazmaz: bize söyleyeceği önemli şeyleri söylemek için yazar, ya yazmak görevi olduğundan, ya da yazarak, bilinmeyenin içinde ilerlemeyi umduğundan." Daha nasıl ifade edilebilir ki Beckett?
Molloy
MolloySamuel Beckett · Kırmızıkedi Yayınevi · 2018331 okunma
··
521 görüntüleme
Eylül Türk okurunun profil resmi
Şaziye Hanım dün gece Molloy'u bitirdim öncelikle inceleme için çok teşekkür ederim.🌿 Adeta o çetin metnin içine girmişsiniz, zihninize sağlık. Soyutlamanın çağrışımlar ve devinimlerle zirveye ulaştığı metinde Beckett'ın sonsuzluk kaygısını, zaman dışılıkla, katlanılmaz acıyı da kayıtsızlıkla ifadelendirmesi inanılmazdı... Bende yarattığı en büyük etki, dilin ve ona yön veren bütün yönergelerin yok edilebilirliğiydi... Karalanıp, aynı kalemin arkasındaki silgiyle silinebilen sayfalar gibi... Bedenin ve ruhun , dıştaki kusurun içteki kusurla bütünlenmesi... Tam, Lousse 'a veda ettiği o yağmurlu günde, Beckett Molloy yerine konuşmaya başlıyor... "Bu öyküden sıkıldım." gibi cümlelerle ifadeler netleşiyor; ölüm, uyku, gece, deniz ile ilgili yazarın kendi düşüncelerini belirleyici biçimde açıklaması akışı gerçekten hızlandırıyor. Deniz kenarından ayrılırken metin yeniden muğlaklaşıyor.... Başta karşımıza çıkan belirsizliğin sürdürülmesinde, okura aktarılmak istenen, 'her şey hiçliğe akar.' manifestosudur. Aranan ve arayan kişinin, hattâ arayışın öznelliğini yok etmek belirleyicidir. Kendinden ve zihin akışından başka varlığı tanımayan solipsist öznede yok olan egodur. Olayları ve yaşamın akışını flu bir camdan izler gibidir. Aralıklarla bakış netleşir, hatta netliğin ötesine geçer. Ama beliren her şey, yeniden bilincin uykusuna eşlik etmelidir. İlk kısmın yoğunluğunu, ikinci kısmın akıcılığına tercih ederim... :) En nihayetinde şu günlerde hayatımızdan bir Molloy geçti, bu aralar ani kararlar almasak iyi olur😂 Okuduğunuz eserlerle ilgili yorumlarınızı dört gözle bekliyorum, bunu da hatırlatmış olayım 🌿☺️
şaziye.. okurunun profil resmi
Çok teşekkür ediyorum, zor ve bir o kadar büyüleyici bir metin, hakkında yazı yazmaya cesaret edememiştim. Sizin de katkınız oldu, motive ettiniz. Sizin yorumunuz da aynı zamanda nefis bir inceleme olmuş, mühim noktalara ustalıkla değinmişsiniz. Elinize sağlık. Molloy yakamı bırakmadı benim, geri çağırdı; ikinci kitapta girişteki Cioran'ın yazısını okudum ve Molloy'a geri döndüm. Tam da baştan almışken yazdıklarınız zihin açıcı oldu. İyi ki yazdınız. Bu üç kitabın etrafında epey dolaşacağım sanırım. Hattâ Beckett'in diğer romanlarını da keşke bunlardan önce okusaymışım diye hayıflanıyorum iki gündür. Özellikle Watt ve Murphy üçlemeden önce okunsaymış taşlar yerine daha iyi oturacakmış gibi. Birbirinin devamı değil tabi bunlar, farklı kitaplar ama Beckett'ı kavramak açısından öyle gibi. Ben yalnızca Godot ve Hiç İçin Metinler'i okumuştum daha önce. Molloy'unki kadar başı sonu belirsiz bir yolculuğa çıkabilirim ben Beckett ile :)
3 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.