Gerçekçiliğin Tarihi’nde Boris Suçkov, gerçekçiliğin “yaratıcı bir yöntem olarak, insanın entelektüel gelişmesinin belli bir evresinde, insanların doğayı ve toplumsal gelişmenin yönünü anlamaya zorlandıklarını duymaya başladıkları bir zamanda, önce belli belirsiz vahşi tutkulardan ya da tasarlanmış bir tanrıdan gelmediğini, bunların gerçek ya da doğrusu, maddi nedenler tarafından belirlendiğini kavramaya başladıkları zamanda ortaya çıkmış tarihsel bir fenomen” olduğunu söylüyor. “Sanat ve edebiyatta gerçekçi yöntem, toplum üyelerinin, toplumsal ilişkiler mekanizmasının çalışmasını belirleyen temelde saklı kalmış güçleri ele alma göreviyle karşı karşıya kaldıkları zaman ortaya çıkmıştır.” Yine Suçkov’un sözleriyle: “Gerçekçilik günlük hayattan yola çıkarak işe koyuldu. İnsanın çevresinde gördüğü hayatı tasvir edişine facetia’lerde, fabliaux’larda, schwanke’lerde, daha sonra da XVI. ve XVII. yüzyıl halk ayaklanmalarının, köylü isyanlarının ve kanlı din savaşlarının mayasıyla yoğrulmuş pikaresk romanlarda rastlayabiliriz. Ne var ki, bunlar kelimenin tam anlamıyla gerçekçilik değil, gerçekçiliğe bir başlangıçtır… Antik, Gotik, Barok ve Rokoko sanatının yazılarında ya da klasikçi yazarların yapıtlarında gerçekçiliğin izlerine rastlanabilse de toplum ve birey hayatının tüm karmaşık ilişkileri içinde incelenişine ancak gerçekçilik ile başlanabilmiştir.”