İnsan, çaresizlikler içerisinde kıvranıp dururken, başına gelen yığına soruna karşı hiçbir şey yapamazken, gözü hep ötelerden gelecek bir müjdede idi.
Yolunu şaşıran, ne yapayacağını bilemeyen insan
"Acaba derdimin derman ne?" diye bekler dururken, bir gün kapısı çalındı, gelen büyük bir zatı muhterem idi. Elinde bir zarf vardı.
Zarfi o çaresiz insana uzatırken:
"İste senin dermanın, iste senin kurtuluş reçeten" demişti.
Zarfı aldı öpüp başına koydu, hemen hanımını çağırdı.
O'na çok güzel bir mahfaza/kılıf diktirdi. Evin yüksekçe bir yerine astı. Karşısında ayağını bile uzatmadı. Çocuklarına o mahfazaya karşı
saygıyı emretti, kendisi de saygıda kusur etmedi. Yıllar geçti yine sorunları çözümsüz, yine dertleri dermansız kaldı. O,derdine derman olacak şeyi bulmuştu bulmasına; ama bir gün olsun o zarfın içini açmamış, gelen zarfta neler var dememişti...