Şu anda da ışık mışık gördüğüm yok.
- Nasıl olur? dedi. Nasıl olur anlamıyorum. Capcanlı, kıpır kıpır, tam karşımızda ve bize doğru yaklaşıyor.
- Hayır, görmüyorum, dedim. Eğer sen görüyorsan... Omuzlarından tuttum. Amaamı sezdi.
- Hayır, dedi. Hayır, kendi yapamadığınız bir şeyi bana yaphrmaya kalkışmayın.
- Madem ki görüyorsun ışığı, atla, dedim. Gençsin. Kollarında yeterince güç var. Hiç değilse bu gemilerden biri -
Sözümü ağzıma hkadı.
- Söz konusu olan benim kurtuluşum değil, dedi. Bunun hiçbir anlamı yok.
- Söz konusu olan senin kurtuluşun, dedim. Başka kurtuluş yok. Bu gemi batacak. İçindekilerle birlikte. Hiç kimse kurtulamayacak. Yüzüme bakh, tiksintiyle mi, aayarak mı, çıkaramadım.
- Atlayıp yüzsem ve o ışıklara varsam bile kurtulmuş olmam ki, dedi. Benim istediğim ortak bir kurtuluş.
- Ortak bir kurtuluş yok, dedim.
- Var, dedi. Olmalı. Bu köhne geminin üstünde yaşasak bile var. Gemi su almaya başlasa bile var. Kayalara çarpsak bile var. Batarken bile var. Suyun dibini boylasak bile var. Giderek, asıl o zaman var diyesim geliyor. Gerçek bir umutsuzluktan doğan gerçek bir kurtuluş. Bir gün göreceksiniz bunu.
- Sen daha bu gemiyi yönetenleri tanımıyorsun, dedim. Ben gördüm.
-Yanılıyorsunuz, dedi, çok iyi tanıyorum onları. Siz görmüş olabilirsiniz. Ama ben biliyorum. Geceleri herkes uyurken bir limana varıyorlar. Demir atmıyorlar. Geminin yakıhnı, suyunu, kumanyasını alıyorlar. Sabah uyandığımızda, kendimizi denizin ortasında buluyoruz. Sanıyoruz ki bütün bunlar, yediklerimiz, içtiklerimiz onların eliyle bize veriliyor. Onlar işlerini çok iyi biliyorlar bayım, çok iyi biliyorlar. Yüzyıllar boyu ustalaşmışlar.
- Peki, siz nerden biliyorsunuz bütün bunları? dedim. (Açıkça söyleyeyim ki tüm bu söylediklerine hiç mi hiç şaşırmamışhm.) - Burdan, dedi {kafasını gösteriyordu).
- Bu genç yaşınızda çok şey biliyorsunuz, dedim. Kutlarım.
O, gecenin son sözünü, bir ahir zaman peygamberi gibi söyledi:
- Öyle günler yaşayacağız ki bu geminin üstünde, yalnız gençler bilecek.