Bugüne düşen kitap;
ŞİİRKENT’İN NAR ÇİÇEĞİ
Mehmet BİNBOĞA
İzan Yayınları, Ankara, 2022
“sen beni değil
yeşil bir yağmuru sevdin
sıcacık bir pencere kıyısında
okurken adına yazılan şiirleri
yüreğin ergenlik telaşında…”
“Efelya” romanı ile yasak bir aşkın girdabında dönüp duran ve bu sonsuz deryada kaybolan, modern zamanların Ferhat ile Şirin’i; Elif ile Ferhat’ın aşk hikayesini kaleme almıştı Mehmet Binboğa. “Şiirkent’in Nar Çiçeği” bu dizinin ikinci kitabı.
Bir sanat eserinin giriş kapısı olarak da nitelendirebileceğimiz başlık; “Şiirkent’in Nar Çiçeği” şiirsel bir akışla, daha kapağını açmadan çekiveriyor okuru romanın içine. Kapaktaki fantastik gece tasviri; romanın içeriği ile oldukça uyumlu ve gizemli bir hava da yaratmış. Bu büyülü girişle, kendinizi satırlar arasında duru bir yolculuğa bırakıyorsunuz.
Etkileyici ve şiirsel dili daha ilk satırlarda yakalıyor okuru ve özene bezene kurulmuş uzun cümleler yormak bir yana aksine bir sonraki paragrafı okuma isteği uyandırıyor. Şiirsel dil ile birlikte zaman zaman metne giren şiirlerle de sayfaları ustalıkla bezemiş Binboğa. İçerik ve biçim bir şairin romanını okuduğunuzu hissettiriyor.
Yasak bir aşkın hezeyan ve yorgunluklarını dile getirirken, aslında bir romanın yazılış serüvenini de duyuruyor bize Mehmet Binboğa. Bunu yaparken de asla didaktik yönelimlere girmeden, yerli yerinde ve olay akışı içinde yol göstererek, ince ip uçları veriyor. Bu yönüyle de romanı daha bir okunası kılıyor.
Yasak aşkın çıkmazları ve pişmanlıkları içinde, gelgitlerle bezenen olay örgüsü, kimi yerlerde felsefi bir boyut kazanıyor ve okuru ana karakterlerin iç sorgulamalarına tanık ediyor. Bazı bölüm başlarına yerleştirdiği dize ve sözlerle, bir bakıma iç başlıklarla, bölümlerle ilgili ip uçları da veriyor.;
“Aykırı bir Farhat’sın sen
hep yanlış dağları oyan boyuna…”
iç başlığının da bize duyurduğu gibi; yasak aşkın pişmanlıkları, hep bir kaosun içinde ve arayışta olan modern zamanların insanının aslında bir yalnızlık boranında savrulup gittiğini de görüyoruz kurguda. İlk romana göre burada daha çok iç sorgulamalar ve pişmanlıklara tanık oluyoruz.
Yaldızlı bir aşkın yakıcılığı ve yıkıcılığının paravanında; aslında gittikçe yalnızlaşan günümüz insanının sevgi ve ilgi arayışını nakışlı bir incelikle işlemiş Binboğa. Kimi yerlerde çocukluk dönemlerine ait hesaplaşmalarla da karşılaşıyoruz. Yer yer kahramanların dilinden anlatılan roman tek düzelikten uzak bir üslupla dokunmuş.
“Efelya” romanında Eskişehir ve İtalya betimlemelerine tanık olmuştuk. Şiirkent’in Nar Çiçeği’nde yine Eskişehir betimlemelerini romana kararıyla serpiştiren yazar, bu sefer Torosların merak uyandıran bozulmamış doğasında da uzun bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Elif ve Ferhat’ın köy ve yayla gezilerine de eşlik ederken; Binboğa’nın usta betimlemeleri ile mekanda ve zamanda birebir bulunuyorsunuz neredeyse. Elif ve Ferhat ile at sırtında yaylaya kadar çıkıp, gözelerin buz gibi suyunun yakıcılığını, yayla sütünün, yağının, peynirinin tadını damağınızda hissediyorsunuz.
Şiirkent’in Nar Çiçeği salt bir aşk romanı değil belli ki… Yüzyıllardır edebiyata konu olmuş ve tüketilmiş bir temanın; aşkın gölgesinde insanın, doğanın, insanın insana hasretinin, iç dolambaçlarının, çıkmazlarının da romanı. Bu yönüyle de elinizden düşüremeyeceğiniz bir roman “Şiirkent’in Nar Çiçeği”.
Kitaptan Notlar;*
“…Yemyeşil bir dünyanın orta yerinde, fiğ tarlalarında, gökten yeryüzüne yıldız dökülmüş gibi geceden, sabahın altın ışıklarıyla, dal uçlarındaki billur çiğ tanecikleriyle yarışan fiğ çiçekleri…Derecik köyü, sırtını Toros dağlarına vermiş; Çukurova’ya doğru serilmiş rengarenk ipek bir seccadeyi andırırdı. Ferhat doru kısrakla yayladan gelirken, dağlar bitip yemyeşil bağların başladığı Gavur Yolu’nun tepede atını durdurur; ayaklarının altında uzayıp giden o renk cümbüşünü izlerken mutluluğunu kuşlar da duysun diye bir de türkü tuttururdu. Bağların zirvesinde çocukların altında oynadıkları kocaman bir ahlat ağacı vardı. Sanki onun da yaprakları Turkuaz maviydi…”
*S: 244
“…İnsanoğlu böyledir işte…Karşısındakini olumlu ve olumsuz yanlarıyla kabul etmekten kaçınır hep. Ona, insanların iyi, güzel ve soylu yanları çekici gelir. Sen de sıradan insanların yaptığı gibi, insanlığın iyi kötü her halinin bütünleşmiş ruhu olan Elif’i, Efelya meleğine dönüştürüp idealize ettiğin bu sevdanın öznesi, en mutlu olduğunu zannettiğin anlarda bile korku, kuşku ve türlü kuruntuyla hayatını zehreden o değilmişçesine onu yüceltmeyi mi düşünüyorsun? Böylelikle, olanı değil; olması gereken sevgiliyi mi anlatacaksın? Bu hiç dürüstçe değil dostum…”
*S:336
Oya Gündüz Aksu