Sinan’ın hemen yanında yatan ikinci ölünün başucuna götürdüler. Onu da otlann üstüne arkaüstü uzatmışlardı. Hemen tanıdım: Kadir’di.
Ah, hiç aklıma gelmezdi Kadir’in öleceği. Sinan’ı düşünmüştüm de, Kadir’in ölebileceğini hiç getirmemiştim aklıma.
Nasıl da hemencecik paniğe kapılırdı.
O tepede onu son görüşüm geldi gözlerimin önüne: Yün başlığını yanlarından kıvırıp kalpağa benzetmişti. Ateş ediyordu. Yere çömelmişti. Hafifçe yana kaykılmıştı. Ağzındaki o tek altın di şi de, güneş vurdu mu ışıldardı.
«Kadir mi bu?» dediler.
Onun da yüzünde Sinan’ınki gibi çok rahat, çok sakin bir görünüm vardı. O da uyur gibiydi.
Çıplak bir uykuda. Sanki kollarıyla Karlo’sunu, o pek sevdiği silâhını tutuyor gibiydi. Belli ki Karlo’suyla ölmüştü.
«Kadir,» diyebildim.