-
serin ve yağmurlu bir gündü,
onu son görüşümün üstünden günler geçmişti...
telefonun titreşimiyle irkildiğimde
arayanın o olduğuna emindim.
Nalia:
"kaç gündür ağlamam dinmedi, sevgili!
yokluğunda yaptığım tek iş bu oldu,
gözlerim kuruyana dek ağladım sanki
ama kurumadır da hiç..."
düşünüyorum, sessizce anlatmasını beklerken:
«nedir seni böylesi çaresiz kılan, Nalia'm
nedir seni bana getiren o acı...»
yutkundu ve devam etti Nalia:
"biliyorsun, balkonuma musallat olan o ağacı
yaprak yaprak dökülüyor şimdi üstüme...
zihnimdeki bu ırmağın sonu bitimsiz bir şelale!
biliyorum, parçalayacak yoluna çıkan bütün kayaları..."
biliyorum,
dindiremediğin göz yaşlarının süzüldüğünü yanaklarından sonbahardaki yapraklar gibi...
biliyorum,
zihninin bir ırmak gibi hırçınlaçtığını ve nasıl yonttuğunu bütün tehlikeli düşünceleri...
Nalia:
"anlıyorsun beni değil mi, içimdeki bu korkuyu?
susturamıyorum rahmimde hıçkıran bebekleri
susturamıyorum benimle konuşan karanlığı
ve güneşim ki solan bir çiçek gibi gönlümde...
söndüremiyorum içimdeki yalancı uyduları!"
anlamak yetersizdi,
hissediyordum acısını tüm benliğimle...
düşüncelerimden kurtulamadım o an:
«seni koruyamadığım o duyguları
bir gün çekip çıkarsam ya senden.
sana yalnızca sevmek kalsa
ve gülüşün hiç ayrılmasa yüzünden.»
bazen düşünmek yetersizdir duyguları anlamaya
hisset sevgili, tüm bu acıyı
hisset tüketene dek... dedim ona.
ve devam ettim:
bir an... göz yaşların dinecek
ve huzur sana bütün hevesiyle geldiğinde...
başının üstündeki göğün berraklığına bırak kendini!
Nalia gülümsedi,
biliyorum.
şu telefonun ardında
ışıl ışıl gözleriyle
gülümsedi dediklerime.
sonrasında vedalaştı benimle...
ve kapandı telefon.
(2024, Mayıs)