İncelememe kitabı okumanın epey zor olduğunu belirterek başlamak istiyorum. Okumanın zorluğu cümlelerin karmaşıklığından ya da derinliğinden değil de, kurgunun biçiminden kaynaklı.
Kitapla ilk Barış Bıçakçı’nın Seyrek Yağmur kitabında karşılaşmıştım, o zamandan beri okumak istediğim bir kitaptı. 9 yılda tamamlanan bu kitapta geçen olaylar 1 günde geçmekte. Kitap, yorum ve incelemelerde sık sık Tutunamayanlar ile kıyaslanmış (bilinç akışı tekniğinden dolayı), bence Tutunamayanlar bunun yanında çok kolay okunan ve anlaşılabilen bir kitap.
Kitaba tam bir kargaşa içinde başlıyorsunuz. İsimler arasındaki ilişkiler ne, olay ne, kimden bahsediliyor gibi beyninizi zorlayarak 50 sayfayı devirebilirseniz, tebrikler kitaba bir şekilde tutunabildiniz.
Örneğin konsolos diye bahsederken birden konsolostan bahsetmeye konsolosun ismiyle devam ediyor, siz sayfalarca bu bağlantıyı anlamaya uğraşıyorsunuz.
Kitap Meksika’da geçiyor bundan eminiz ama zaman -mekan geçişleri o kadar bulanık ki ne kafamızda bir kurgu ne bir mekan oturtabiliyoruz tam manasıyla. Üstelik bu kitabın belirli bir kısmında olan bir durum değil tamamına yayılmış durumda.
Mesela 50’yi aşınca, 200 lü sayfalara kadar olan kısımları okurken oldu diyorsunuz, kurgunun oturmaya başladığını düşünüyorsunuz. :))
Kitabın ana karakteri alkolik. Artık öyle bir hale gelmiş ki “delirium tremens” denilen, alkol yoksunluğunda dikkat dağınıklığı, bilinç bozukluğu, bulunduğu yer ve zamanın farkında olamama ve algı bozuklukları gibi belirtileri olan, hastalıkla boğuşurken görüyoruz karakteri. Alkol almadığında net düşünemiyor, konuşmaların akışını takip etmekte zorlanıyor vs.
Şimdi kitabın tüm keşmekeşine bir de hastalığı ekleyin ve okumaya devam edin. Sürekli karakterin gözünden okuduklarımız gerçek mi sanrı mı çelişkisi içinde, geçmişte miyim şimdide mi kavramaya çalıştığınızı düşünün. Beyniniz yanmaya devam ede ede kitap böyle bitmiş oluveriyor, siz de ne okudum ben şeklinde kalıveriyorsunuz.
Ana karakter alkolik demiştim ya kitap boyunca sürekli içiyor, kabak tadı verene kadar tekrar tekrar içki kadehleri dolup boşalıyor, ağır ağır, bol bol içiyor. Bunda eşiyle olan ayrılığının etkisi var mı yoksa önceden de böyle miymiş de eşiyle bundan mı ayrılmış bilmiyoruz. Geçmiş (tabi geçmişin anlatıldığını kavrayabildiyseniz) hep belirsiz ve belirsiz kalmaya devam ediyor, kenarından köşesinden ipuçları verilse de yaşananlar, olanlar hiç netleşmiyor, şimdinin travmatik etkileriyle geçmişin kırıntılarını birleştirilip, ipuçlarından sonuca varılsın diye öylece bırakılıyor.
Tüm bu zorluklara çevrilmeyen tonla Ispanyolca diyalog ekleyin… (Yazar çevrilmesini istememiş). Vazgeçtiniz mi okumaktan? Eğer vazgeçtiyseniz hata edersiniz. İyi misin sen dediğinizi duyar gibiyim, o kadar yerden yere vurdu şimdi ne diyor demeyin.
Kitap bittikten sonra Lowry’nin yayınevine gönderdiği uzun mektubu okuyoruz, eserini ve kendini savunduğu bu mektupta bölüm bölüm gönderme ve imgelerden bahsetmiş. Kitabın ilk okumada anlaşılamayacağını, iyi anlayabilmek için en az 2-3 kez okunması gerektiğinden bahsetmiş. İşte bu uzun açıklama mektubundan sonra bildiğiniz aydınlanma oluyor ve kitabı gerçekten de hiç anlayamadan okuduğunuzu fark ediyorsunuz.
Yazarın mektubun bitiminde belirttiği “Kitap temelde bir daire olarak görülmelidir, yineliyorum; yani bir çark biçimindedir; öyle ki, dikkatle okuduysanız, yeniden başa dönmek isteyeceksiniz.” döngü durumuna düşerek, o anki aydınlanmayla hemen başa dönüp tüm farkındalıklarla tekrar okumak istiyorsunuz. Ben mektupla kitabı sonlandırdığımda bir an gaza gelip baştan başlamayı aklımdan geçirdiysem de cesaret edemedim. Çünkü tek sefer bile epey yorucu oldu. Daraldım, sıkıldım, zorlandım… Yine de garip bir şekilde bitirdiğimde kitaptan çok zevk aldığımı fark ettim. İlerleyen zaman içerisinde ben ikinci okumayı yapar mıyım bilemiyorum ama sizler tüm zorluklarına rağmen bir kez de olsa bu enteresan kitabı okuyunuz ve bu garip yolculuğu deneyimleyiniz.