Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

231 syf.
9/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Bilge Karasu, Sokaklarda, caddelerde ya da meydanlarda; cezalandırılmak için türlü işkenceler vasıtasıyla onarılmayacak ölçüde hırpalanmış bir bebek kımıltısızlığı içinde inleyen insanlar… Yahut, Binaların yüksek pencerelerinden sokağa fırlatılan kendisinden hoşlanılmayan insanlar... Oradan gelip geçenlerin yalnızca tüylerini ürpertmekle kalıyorsa, bu kitap yazılmalı ve bitirilmelidir diyerekten kitabın yazılış amacını açığa vuruyor. Bilge Karasu’nun ilk defa 1994 yılında yayınlanan bu kitabı, yayınlandığı yıldan günümüze ışık tutuyor. Gece’yle: Karanlığın, karanlığı kurgulayanların, faili meçhul ölümlerin, dayakların, dayatmaların sözüm ona insanlığın yaşaması kaçınılmaz olan ortak paydasıymışçasına bu korkunç gerçeği, biz okurların yüzüne bir kez daha vuruyor. Bilge Karasu, çok aşina olmadığımız bir anlatımla karşımıza çıkıyor Gece’sinde. Anlatı, bir bütünlükten uzak, paradokslarla dolu bir labirent görünümünde. Lakin yine aynı anlatı; münferit olarak ele alındığında bir elmas gibi parıldıyor okur nezdinde ve ne bakmaya ne de okumaya doyuluyor. Yazımıyla, günümüzü aydınlatıyor demiştik zannediyorum ki burayı ufaktan açmakta fayda var. Bilge Karasu, bilinçli bir vaziyetle karanlık ellerin, bizler için karanlık ve sahte bir yaşam kurguladığına parantez açıyor anlatısının münferit bir bölümünde. Çevremizdeki aynalara kızgınlığını dile getiriyor; “Hangi ayna kendimizi gösterecektir bize” sözleriyle. Aynaların (varın siz ona gazete, televizyon, radyo falan deyin) sahte avuntularla; yalanın bir düzen haline getirilmesiyle bizleri, o beklenen büyük Gece’de elsiz, kolsuz, kafasız, dirayetsiz ve parçalanmış bir halde bırakmayı amaçladığını sadece ufacık bir Gündüzcü tarafından fark edildiğini hatırlatıyor. Bu Gündüzcülerin (varın siz ona terörist, komünist falan deyin) akıbetini mi merak ettiniz? Hiç acele etmeyin… Karanlık ilkin kasabanın çukurlarına ağır ağır yayılıyor, sonra ovalara daha sonra da tepelere ve karanlığıyla her şeyi boğuyor. İlk cinayetler çukurlarda yani ücra sokaklarda gerçekleşiyor. Akabinde meydanlarda ölümlere rast geliniyor. En nihayetinde insanların yüzlerinde, ortak sesin, tepkinin, direnişin esamesi okunmadığı fark edildiğinde ise bu cinayetler alenen yapılmaya başlanıyor. Ne kadar da tanıdık değil mi? Günümüzde hiç yabancısı olmadığımız olaylar! Suçlu olmadığını bildiğimiz insanların götürülmelerine en ufak bir ses çıkarmadık ve çıkarmıyoruz. Neden ses çıkarmadık peki? Nedeni açık? Geceyi yani karanlığı, kurgulayanların militanları olarak nitelendirilen gece işçileri; İnsanların içinde uyuklayan korkuları uyandılar ve o korkuyu her karanlık gecede bizlerin zihninde uyanık tuttular. Sonrasında korku, bizim tek gerçeğimiz oldu. Bir kere ölmek yerine her karanlık gecede ölmeyi yeğler olduk. Ne derler bu korkuya? Durun buldum; Patolojik korku yani dile getirilemeyen korku, bir gün bizi öldürecek olan korku!
Gece
GeceBilge Karasu · Metis Yayınları · 20202,150 okunma
··
462 görüntüleme
Icetree okurunun profil resmi
Bu kitap nasıl bir kitapsa herkesin yorumu oldukça farklı:) İncelemeniz aklıma "Einstein'ın düşleri" kitabından şu bölümleri getirdi.İncelemenizle alakalı gibi geldi ama olmayabilir de:)) (Biraz uzun ama düşündürücü) ~~~~ İnsan ömrünün tek bir gün sürdüğü bir dünya hayal edin… Bu dünyada hayat ışıkla planlanıyor. Günbatımında doğan bir insan ömrünün ilk yarısını karanlıkta geçiriyor; kapalı mekânlarda yapılan meslekleri öğreniyor, bol okuyor, entelektüelleşiyor, fazla yiyor, uçsuz bucaksız açık alanlardan korkuyor, gölgelerle dostluk kuruyor. Gündoğumunda dünyaya gelenlerse açık hava mesleklerini öğreniyor, bedenen güçleniyor, kitaplardan ve zihinsel projelerden uzak duruyor, ışıldıyor, özgüven kazanıyor, hiçbir şeyden korkmuyor. Hem gündoğumunda doğanlar hem günbatımında doğanlar ışık değiştiğinde bocalıyor. Gün doğduğunda, günbatımı doğumlular aniden ortaya çıkan ağaçlar, denizler ve dağlar karşısında eziliyor; günışığı gözlerini karartıyor; evlerine kaçıyor, pencerelerini örtüyor, ömürlerinin kalanını loş ışıkta geçiriyor. Güneş battığında gündoğumu doğumlular gökteki kuşların, denizin katmanlı mavi tonlarının, bulutların hipnotize edici geçişlerinin ortadan kayboluvermesine ağlıyorlar. Ağlıyor ve karanlık kapalı mekân mesleklerini öğrenmeyi reddediyor, yere uzanıyor ve bakışlarını yukarı dikerek bir zamanlar gördüklerini görmeye çabalıyorlar. İnsan ömrünün tek bir gün sürdüğü bu dünyada zaman, kedilerin tavan arasındaki seslere kulak kabartışı misali dikkatle kovalanıyor. Yitirilecek zaman yok çünkü. Doğum, öğretim, aşk meseleleri, evlilik, meslek, yaşlılık, hepsi güneşin tek bir yolculuğuna, ışığın tek bir geçişine sıkıştırılmak zorunda. Sokakta karşılaşanlar hafif bir selam verip koşturarak uzaklaşıyor. Evlerde karşılaşanlar kibarca hal hatır sorup alelacele işlerine bakıyor. Kahvelerde buluşanlar gergin bakışlarla gölgelerin hareketini izliyor ve fazla oturamıyor. Hayat mevsimde tek bir an çünkü. Tek bir kar yağışı. Yaşlılık ister aydınlık, ister karanlıkta gelip çattığında, insanlar kimseyi tanımadıklarını fark ediyorlar. Zamanları olmamış çünkü. ~~~~ Belki de hayatları kesişene kadar bu iki grup insan birbirine ilgisiz ,umursamaz durumda kalmaya,bir çok gerçek de ışığın göreceliği altında kalmaya devam edecek.İncelemeniz çok güzel...Kaleminize sağlık:)
Anıl okurunun profil resmi
Hocam nerden baktığınıza bağlı olarak kitabın okurda uyandirdiklari da farklı olabiliyor. Bu güzel yazıyı da ilintilendirip paylaştığınız için ben teşekkür ederim size. :)
Bu yorum görüntülenemiyor
les fleurs du mal okurunun profil resmi
Anıl Bey, öncelikle söylemek isteğim şey incelemeniz için benden bilhassa yorum istemenizin onur verici olduğudur, teşekkür ederim bunun için. İncelemenizde dikkatimi çeken en önemli şey "karanlık" metaforuna yoğun vurgunuz. Romanın ismi ve içeriği düşünüldüğünde bu vurguyu yapmanızı önemsiyorum. Hem darbelerin, işkencelerin, yıkımların gece yapılması hem de gecenin yapılanların üstünü örtmesi bakımından Gece isminin başlık için seçilmiş olması çok manidar ve vurgunuz buna gönderme yapıyor. Diğer yandan romanın anlatımı için kullandığınız "labirent" tabiri de çok isabetli. Bilge Karasu her ne kadar karmaşık, çözümlemesi zor bir biçem tercih etse de onun biçemini "labirent" gibi tek bir kelimeyle ve bütünüyle tasvir etmenin mümkün olduğunu gösterdiniz. Anlamlandırması, konumlandırması bu kadar zor olan çok az eser var. Bu kadar zor bir noktada sizin ve benim ortak şeyler çıkarmış olmamız da son derece hoş!
Anıl okurunun profil resmi
Yorumunuz için bilhassa teşekkür ederim hocam zahmet verdiniz. Tespitleriniz ve yorumlama uslubunuz dikkatimi çekti. Takipçinizim. :)
1 sonraki yanıtı göster
Metin T. okurunun profil resmi
Değerli Anıl, doğrusunu istersen çok oldu bu kitabı okuyalı. Aklımda kalanlar sadece yazarın araya girmeleri. Bunu ilk kez Oğuz Atay'da görmüştüm o zamanlar. Kim daha önce girdi araya bilmiyorum. Sanki O.Atay daha erkenciydi. BK neden onca yıl bekledi bastırmak için bilmiyorum. Sonradan mı peydahladı araya girmeleri onu da bilmiyorum. Ama 1-0 mağlup başlıyor maça. :)))) Senin okumana sanki şerh koyacakmışız hissi uyandı içimde. :)))) Zeitgeist'e çok yakın durmuşsun sanki. Ama belki de aynı yöne taş atarız biz de. Biz dediğim,
Yadigar Soydan
Yadigar Soydan
ile ortak okuma kararı aldık. Bakalım ne çıkacak. Vallahi ben de bilmiyorum. Yadigar hocam nasıl kayalar getirecek, o kayaları dayayacak zemin bulacak mıyız, onu da bilmiyorum. :)))) Ama her okuma değerli ve uzay ve zamanı büken Einstein'in bilardo topu gibidir. Bunu hayat öğretti bana. Kalemine sağlık.
Anıl okurunun profil resmi
Metin Hocam asıl senin eline sağlık araştırıp da bulamayacağınız bilgileri bizlere sunuyorsun. Kitabı bitirdikten sonra yorumunu merakla bekliyorum hocam.:)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.