Ahmet Ümit’in okuduğum bu ikinci eserine, aslında inceleme yazma niyetinde değildim. Ahmet Ümit sevenler bana kızmasınlar ama beğendim diyemeyeceğim bu eseri. Öncelikle dilinde edebi bir zevk bulamadım maalesef. Kolay okunan ve sonu kolayca tahmin edilebilir olaylar zinciri... Basit ve kısa betimlemeler. Her şeyden öte, Elif Şafak’ın “Aşk”ı türevinde piyasa kaygılı, popülerlik kokan Mevlana-Şems temalı cinai türde bir eser. Belki de eseri okumadan önceki tecrübelerim bir ön yargı oluşturmuş olabilir. Yazar belki de bu niyetle kaleme almadı, bilemiyorum. Ama benim hissettiklerim bu minval üzere oldu. Bir kurgu da olsa eserde, tarihte yaşamış gerçek kişileri konuşturuyorsanız çok daha dikkatli olmak gerekir. Eserde beni rahatsız eden birkaç yanlış konuşturmalar, tespitler oldu.
Beni bu incelemeyi yazmaya iten asıl neden toplumumuzda hatta dünyada hoşgörünün timsali olmuş Mevlana’ya bakış açım üzerine birkaç söz söylemek.
Öncelikle konu din, inanç olduğunda mutlaka görüş ayrılıkları olacaktır. İman bambaşka bir cevher. Nedeni, nasılı olmayan.
Ben dini bir hüviyeti, bilinen bir kutsiyeti olmayan ama tarihi bir kimliği olan herhangi bir insanı bile değerlendirirken artıları ve eksilerini akıl ve gönül terazisine koyup ona göre bir hüküm vermek gerektiği görüşündeyim. Hatta bölük pörçük bilgimle bunu yapamayacaksam yorumsuz kalmayı yeğlerim. Bunun temelinde ahiret inancım ve hesap vermek mesuliyetinden başka bir şey de yoktur. Çünkü iman ettiğim peygamber “Ölülerinizin iyiliklerini, güzelliklerini anın ve kötülüklerini sarfınazar edin.” buyuruyor. Bu sıradan bir insan için bile böyleyken, mevzubahis Mevlana ise söylenecek her sözün iyice tartılması, çokça düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim. (Eğer bir hesap kaygımız varsa...)
Yıllar önce Mesnevi’yi okurken bir çok sözü gibi bunu da not etmişim defterime.
Bir gönlü mü kırdın, ağlamalısın!
Hele özür dilemesini bilmiyorsan,
Senden dost olmaz, yârân olmaz!
Ya incittiğin, kırdığın gönlü Allah seviyorsa...
Rasulullah (sav) seviyorsa...
Hatta arz-u sema dahi seviyorsa...
Nereden bileceksin, bilmiyorsun.
Bilseydin ödün kopardı dokunmaktan. (Mevlana Celaleddin-i Rumi)
“Ruhum bu bedende oldukça Kur’an’ın kuluyum, seçilmiş Muhammed’in (sav) yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka bir söz naklederse o nakleden de o sözden de bizarım.” diyen Mevlana’yı yorumlarken de bu hassasiyetin, inanan için en yüksek noktada olması gerekir.
Bu tür eserlere konu olması da sanırım eserinin şöhreti davet eder mükemmellikte olmasından. Her biri neredeyse atasözü kıvamında binlerce inci. Hakeza Şems-i Tebrizi hazretleriyle olan münasebetinin tarihi boyutları.
Necip Fazıl’ın Mevlana tespitini de aktararak yazıma nihayet veriyorum.
“Mevlana, beşeri planda çok büyüktür. Bu bakımdan Avrupalılar tarafından anlaşılması da kolaydır. Fakat eseri bakımından şöhreti ve kolay anlayışı davet eder. Bu yolun büyüklerinden öyleleri vardır ki şöhretten kaçmışlardır. Mevlana’nın bu kolaylığı onu bugünkü rejim tarafından maalesef bir turist terliği gibi kullanmasına bile müncer olmuştur. Tabii bu kıyaslamalar tasavvufi gerçeklere ve büyüklere nispetledir. Yoksa o, beşeri planın ve kelimelerin götürebileceği en son noktaya kadar varmış bir büyüktür. Ama tasavvufi marifet bütün bu kelime haşmetinin ötesindedir. Bu bakımdan Mevlana’yı anlayan Avrupa, İmam-ı Rabbani (ks) ve Şah-ı Nakşibendi’nin (ks) keyfiyetini anlamaktan uzaktır. “ (1975, Konuşmalar)