Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

231 syf.
·
Puan vermedi
“Bazen çok açık olduğunu sandığınız bir şey yazmışsınızdır. Okur sizin hiç aklınıza gelmeyen bir biçimde yorumlayabilir. Okur bu yorumu metnin bütününü göz önünde tutarak, birçok yerinden alacağı verilerle destekleyebiliyorsa, bambaşka bir okuyuş çıkar ortaya. Yazarın hiç düşünmemiş olabileceği, yazarın hiç amaçlamamış olabileceği birtakım şeyler de ortaya konabilir. En önemli nokta, bu okumanın, metince her an desteklenmesidir.” Böyle demiş Bilge Karasu. Biz (
Yadigar Soydan
Yadigar Soydan
,
Metin T.
Metin T.
) de böyle yapmaya çalıştık. Amacımız kendi okumamızı yaparken yazarın gerçekliğini ortaya çıkartmaktı ve en önemlisi “bu okumanın, metince her an desteklenmesi”ydi. Metnin serbest çağrışımlı, anlatıcıların güvenilmez olması, bolca kullanılmış imgeler yoluyla, ki bir deformasyona sebep oluyordu bu, ekspresyonist bir tarzda (
Necip G.
Necip G.
tespiti #26781789) yazarın kendi iç dünyasını dışa vurması, eseri oldukça zor bir hale getiriyordu. Bu eser otobiyografik bir dışavurum metnidir. Evet, biz böyle bir okuma yaptık. Yazar kendi iç dünyasını yoğun bir deformasyondan geçirip aktarıyordu. Amacı bir şey olduğunu göstermek değil, o şeyin bir varlık olduğunu göstermekti. Alegorik anlatımıyla bu roman, bir roman a clef-anahtar romandır. Bir yazar “roman a clef” türünü girdiyse saklayacak şeyleri vardır. Yazar hem anlatmak ister hem de anlattıklarını örtmek. Bir kişilik mücadelesi tüm metin boyunca kendini gösteriyor. Karakterleri bir türlü aklında canlandıramıyor okur. Karakterler sanki aynı karakterin ayna simetrisi gibiler. Her şeyi aynı ama yönleri farklı. Yani ben olma mücadelesinde iki parça olan bir ben. Her insan doğduğundan itibaren kendini, kendisiyle mücadele içinde bulur. “İnsan olmak” dediğimiz kavram, işte bu kendisiyle yaptığı mücadele sonucu, üst yapı kurumlarıyla minimize ettiği çelişmeler yardımıyla kurduğu uyumdur. Çünkü her insan sosyal bir çevrede var olur. Toplumdur bu sosyal çevre. Toplumun da kuralları vardır. Kural koyucu devlet, din ve toplumsal geleneklerdir. İşte bu kuralların içinde ben, bir denge kurar kendisine. Dengeyi kendi aleyhine de lehine de bozması anormal karşılanır. Kural koyucular, benin dışındaki herkes, kişinin doğumundan itibaren, bu kuralları iyi-kötü, suç-ceza, günah-sevap, doğru-yanlış gibi dikotomiler üstünden tanıtırlar bireylere. Zaman içinde bu toplumsal kurallar da değişir. Çünkü özneldir tüm bu kurallar. Toplumdaki değişimler aynı zamanda kurallarda da değişim demektir. Toplumdan topluma değişen bir yığın öğe taşırlar ayrıca. Son zamanlarda, globalleşme dediğimiz hal, ortak bir tanım oluşturma mücadelesi vermektedir. Orta çağda “cadı olmak” ne kadar ciddiye alınan bir kötü olma hali gelirken, bugün “cadı olmak” o kadar komik gelir insanlara. Bunun yanında “eşcinsel olmak” bazı toplumlarda normalin içine çekilmişken bazı toplumlarda hala “sapkın olmak” anlamına gelir. Çalmak ise hemen hemen tüm toplumlar da yanlıştır. Gecede tariflenen gecenin işçileri, insanın varlığıyla beraber getirdiği, kendi lehine, diğerleri, en önemlisi toplum aleyhine davranışları denetleyen hem kendi dışındaki hem kendi içindeki denetleyici otoriteyi temsil eder. Unutmamak gerekir ki, gecenin işçileri de aynı mücadelenin içindedirler. Kitabı baştan sona okuduğumuzda yazarın imgeleri okuru bir karmaşanın içine hapseder. Zeitgeist ise bir yanlış anlamayı adeta zorunlu kılar. Darbe ve darbenin getirdiği baskı söylemi, işte Zeitgeist’in okuru itelediği yerdir. Bundan kurtulmak için sondan başa okuma yapmak faydalı olabilirdi, onu denedik. Zaten metinin lineer olmayışı, katmanlı olması bu tür bir okumaya olanak veriyor. Bir baba metaforu var. Üstyapı kurumlarının denetleyiciliğini üstlenmiş. Kahraman N. (normal) olsun, toplumla çelişmesin istiyor. Oysa kahraman kendisini aynanın kırılmasına dek, üç parça görüyor. Kendisi-Toplumun tanımladığı kendisi- birbirine geçen değişkenlik. Kişilik parçalanması. Parçalar birbirinin yerine geçiyor bazen. Kah Sevim kah N kah Sevinç oluyor. N ise, en büyük denetçi. Kahramanın benliği mücadelenin parçalaması sonucu oluşan diğer benlerle mücadele ediyor. Amaç tek benlik ama bu ben toplumun dayattığı, toplumun normali değil, kendi normali. Çünkü kahramanın kendiyle ilgili bir tanımı var. O da varoluş hali. Tüm üstyapı kurumlarıyla çelişse bile kendine doğru gelen bu benin mücadelesini ediyor. Oldukça zorlu bir mücadele. Mücadelesi hem kendiyle hem toplumla. “Dünyaya kendi gönüllerindeki, kafalarındaki düzeni bir damga basar gibi kazımağı, nasıl istemezler? Nasıl anlamazlar ki bunun tek çıkar yolu, gerekirse öldürmek, öldürmek herhangi bir nedenle elverişli görünmüyorsa acı vererek, ezerek, isteneni koparmaktır. Aldatmaktır, yalan söylemektir... Nasıl anlamazlar bunu?...” “Babam sabırsızlanıyordu. Günlerdir, neredeyse dolaba girip bir şeyler okuyordum; bunca şeyi açıkta okurken, nedense çekindiğim için, bir kitabı dolapta gizlediğim o kadar belliydi ki! Görmek istiyordu. Bin dereden su getiriyor, beceremediğim bir şey yapmağa çalışıyordum: Yalan söylemeğe çabalıyordum. Babam tokmağı tuttu, kapıyı sertçe açtı. Dirseğim boy aynasının orta yerine girdi. O noktadan başlayarak üç büyük çatlak hızla çerçeveye vardı dayandı. Babam dirseğimi merak bile etmedi, uzaklaştı. Dirseğime bir şey olmamıştı. Sonunda, kitaba da bakmamıştı. Kitap dolapta kaldı. İki yıl boyunca haftalığım verilmedi. Ayna ancak ikinci yılın sonunda yenilendi. On beş yaşındaydım artık. Yeni aynayı yadırgadım; beni tek kişi gösteriyordu. Oysa iki yıl boyunca o aynada üç kişiydim. Çarpık da olsa...” “İşin tuhafı (üstelik, işin doğrusu) ben sizden çok hoşlandım. Size her zaman saygı duydum. Kitaplarınızı okurken kimseye açamadığım şeyleri açıkça söyleyişiniz karşısında, benim de adıma konuştuğunuzu gördüğüm için, beni bilmediğiniz halde benim de yaşama hakkımı savunduğunuz için, saygı duydum size.” “Işık yavaş yavaş kararırken ben, benim artık, kırılmış her parçanın içerisinde. Aynada tanıyamadığım ben. Binlerce parça. Artık ben de olmayan yüzbinlerce parça.” “N. için bir hiçolum tasarladığımı yazmıştım. N. Kendiliğinden dağıldı gitti.” “(kendi yaşayışımı değil, başkalarının istediğini yaşadığım kısa birtakım dönemler) Bir ben olma mücadelesi” Metindeki eşcinsellik unsurlarını, şimdi, yazarın da dediği gibi, metinde bize verdiği destekleri aktaralım. “Ekmeğiyle peynirini benimle paylaşan delikanlı döşeğinin de bir yansını verdi. İkimizin de pijamasız olmamız bir şeyler anımsattı sanki, ama üzerinde durmadım. Işık söndürüldü. Biribirimize değmekten çekinmeksizin yatıyorduk. Kulağıma "beni gerçekten tanımadınız mı?" diye fısıldadı. Bileğini sıktım ama bir şey söylemekten çekindim. O sırada, pek uzak sayılmayacak bir yerde korkunç bir fren sesi işitildi. Koşanlar oldu sokakta. Biri, beklenmeyen bir iç acının —örneğin, kırılan bir kemiğin acısının—denetlenemez çığlığıyla bağırdı, sustu. Döşeklerde bir kımıltı oldu. Sessizlik yeniden kapandı üzerimize. Ellerimizin biribirini tanıdığı kesindi. İsteğin sonu yoktur kimi kişi için. Ağır hasta olmadıkça.” “Otel odasında, (en azından Sevinç diye birinin yatmayacağım kesinlikle biliyorum bu yatakta... diye düşünerek baktığım, şakacıktan, kimi yatıracaklar acaba burada, diye merak ettiğim) ikinci bir yatak vardı. Yıkanıp banyodan çıktığımda, o yatakta Sevinç yatıyordu.” Aynı belirsiz mekanlarda bir delikanlıyla paylaşılan yatağa karşın, Sevinç’e ayrı bir yatak serilir. Üstelik çıplak betimlenen Sevinç’e dönüp bakılmaz. “Eli omuzuma uzandı. Tül perdenin önünden çekilmedim. Dışarıdan vuran hafif aydınlıkta görmek istiyordum bir kez daha —belki son kez— çıplaklığını. Çıplak olduğunu, kokusundan, sıcaklığından biliyordum." “Kimin okuyacağını düşünmeden. Ya da, düşünerek: Başlanmış olan "kitabı" sürdürmeği düşünerek. Son birkaç sayfayı yırtmaksızın, daha önceki sayfalara bağlanabilecek biçimde yazıyı sürdürmenin yolunu bularak. Örneğin, şöyle bir şey yazarak:" "Dördümüzü birden bir yatakta düşünmeğe çalışacağım. Dördümüzü birden bir yatakta, biribirimizi hırpalamadan, parçalamağa kalkışmaksızın, içimizde birikmiş bütün hınçları, öfkeleri, güdük bencillikleri sevgiye dönüştürerek sevişir durumda, gözümün önüne getirmeğe çalışacağım. Gülünçlüğümüzün büsbütün ortaya çıkması için. Durmadan, kendimize de, yakınlarımıza da —en yakınlarımıza, başta kendi kendimize— yalan söylemek zorunda kaldığımıza, her şeyin düzmece bir durum, bir duygu oluverdiği bir dünya kurduğumuza göre bu yalanlan sonuna dek götürmek, patlayacak kerteye vardırmak gerek. Öyle ki yalan söyleyemez olalım artık. Ya da ölelim." “Çocukluğundaki umacılardan kurtulamayan, sevdiklerini gönüllerince saramayan, etlerini istedikleri etle birleştiremeyen insanlar mıdır hep, bu işçiler?” “Beni susturmak istemiş gibi bir halin var. Daha doğrusu, kitabının dışına atmak istemiş gibi. Ne ki, kişilerin gerçek örnekleri ortaya çıkınca yazarların yapabileceği pek bir şey kalmıyor.” “Düzeltmen, Yaratman, Yazar, kitabın en başında kaldı. Bu gidişle onu bir daha anmayacağa benziyorum. Oysa ilk günler onu kendi "avatara"larımdan biri diye düşünmüştüm.” Nedir avatara? Avatar değil mi? Öyle evet. Yani “Sanal kimlik pazarından her oyuncunun kendini temsil etmesi için seçtiği grafik bir görüntü," diyor İstanbul Bilgi Üniversitesinden Yard. Doç. Dr. Aslı Tunç. Bir nevi maskeleme, gizleme durumu. Herkesin bir maskesi yok mudur? “O arkadaşıma telefon da etmedim. Kim bilir, benim ardımdan öyle bağıranlar, onu o mahallede barınamaz duruma getirmiş de olabilirler. Oysa ikimiz de kimseye sataşmaz, kimsenin gocunabileceği işler yapmaz kişiler diye bilirdik kendimizi. Aynı varoluşun paylaşılması bile yeter dışlanmaya. Kimseye sataşmamak yetmez. Farklı olmanın hazmedilmezliği galebe çalar.” “Setin üstünde oturup beklerken biraz ötedeki kalabalık bir masada oturanlardan biriyle göz göze geldik. İkimiz de, gözümüzü başka yere çevirmeği kendimize yedirememiş olacağız. Aradığım numara bir daha meşgul çıktı. Setin üstüne bir daha oturduğumda, yanı başımdaydı. Gülümsüyordu. *** Telefon kapandı. Ağzımı açamamıştım bile. Yanımdakine anlattım. Güldü. "Bize gitmemiz on dakika bile sürmez," dedi. Yürümeğe başladık kapıya doğru. Demin oturduğu masanın yanından geçerken belli belirsiz el salladı arkadaşlarına. "Eve," dedi. Sesini değil, dudaklarının kıpırtısını algılamış olmalılardı. En güzel arabalardan birine bindik.” Tüm bu betimlemeler bir erkeğe işaret ediyor gibi. Erkek olduğunu düşünerek bitirmek üzeresiniz metni hala. Ama, “Yola çıkarken, motorun gürültüsü içinde: "Ben, Sevinç," dedi. "Siz?" Kimliğimizi biz mi seçiyoruz ki, en doğru en ideal en "normal" kimlik bizim kimliğimiz demek kolay olsun? Kimliğiyle barışık olmak ne kadar doğruysa, nefret için bir öteki yaratmak da o kadar yanlış? Eğer aptalsak her şey mübah elbette. Peki bu otobiyografik eserde yazarın gerçekliği nedir? Bizce, “Eşcinsel ben” olma mücadelesidir. Ta çocukluğundan itibaren yaşadığı var olma mücadelesini kullandığı bol imgeyle deforme edip dışa vurmuş, benzeri insanlara yol açmaya çalışmış yazar. Peki neden bu romanın temini, eşcinsel olma halini dile getirmek olarak aldık? Birincisi, yazarın eşcinsel olduğunu biliyoruz. İkincisi, 1980 öncesi siyasal ortam, var olan siyasal baskıları hiç de bir alegori gerektirecek kadar ağır değil. 1971 muhtırası olmuştur fakat parlamento dahi feshedilmemiştir. Romanın son kısımlarında aklımıza Edvard Munch'un Çığlık isimli, dışavurumcu resmin doruğu kabul edilen, belki de en yüksek fiyatla alıcı bulan resim çalışmasını hatırladık. Siz de görün, siz de düşünün istedik. upload.wikimedia.org/wikipedia/commo... İyi okumalar.
Gece
GeceBilge Karasu · Metis Yayınları · 20202,151 okunma
··
1.195 görüntüleme
Muzaffer Akar okurunun profil resmi
Bu nasıl bir inceleme olmuş, dillere destan. Ben yazarın eşcinselliğini açıkça yazdığını gördüm aslında, darbe şartları vesaire de yanlış bir anlam yükleme kanaatimce. Henüz olamamış “ben” kısmı çok iyi bir tespit ve kitap da bunun üzerine kurulu. Sitenin en iyi ve en derin kitap incelemesi bu olsa gerek. Gelemedin abim gelsen bir gün konuşurduk bu kitabı. Yadigar’a bak hele, sizi sizi... selamlar, saygılar.
Metin T. okurunun profil resmi
Senin bunu fark ettiğini konuştuk ki zaten. Sen söyledin ya bana, Yadigar'la yazdıklarımızı buraya. Biz bir ekip çalışması yaptık işte. Bu kadar zaman harcayan kim olsa yapardı ki!
2 sonraki yanıtı göster
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Arada tekrar tekrar dönüp okuyacağım bir inceleme olmuş be abi naptın böyle sen... Muzaffer Abi’nin dediği gibi bu sitede gördüğüm en derin ve okurken en keyif aldığım inceleme oldu. Bu sıralama kendini sürekli güncelliyor. :)) Eline, emeğine sağlık olsun...
2 önceki yanıtı göster
Metin T. okurunun profil resmi
Oğuzcuğum, baltayla daldı ya Suç ve Ceza incelemende Raskolnikov, bunu da benim unutmam ne mümkün?
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Necip G. okurunun profil resmi
Bence bu kitabın istediği şey tam olarak buydu. Hep bunu anlatmaya gayret ettim, dilim döndüğünce. Ortada bir eser var. İçinde kendince birşeyler sakladığı kesin. Siz ona ne verirseniz o da size o kadarını veriyor. Arada benim gibi tipler çıkıp, ‘yok abi uğraşamam senle’ deyip kaçıp gidiyor. Kitap da ‘iyi sen bilirsin kardeşim, sana zorla okutmuyoruz’ diyor. Kimsenin nazını çekecek bir kitap değil çünkü... Bir de ‘tamam ulan sen istedin, oyunu senin kurallarına göre oynayacağım’ diyenler var. Hiçbir masraftan kaçınmadan, gerekirse kitabı bir başından, bir sonundan, bir ortasından, bir arkasından okuyup, kitabın koyduğu tüm duvarları yıkıp denize ulaşmayı hak ediyor işte onlar. Benim gibi kaçaklara da, tekrar olay mahaline gelip cevap anahtarına bakmak kalıyor:)) İncelemenin başında amacınızın, yazarın gerçekliğini ortaya çıkarmak ve yaptığınız okumanın, metince her an desteklenmesi olduğunu belirtmişsiniz. Emek harcanarak, hakkı teslim edilerek amacına ulaşan her şeye olduğu gibi, bu muhteşem incelemeye de büyük saygı duyuyor ve bir şekilde bu etkinliğin bir parçası olan böyle mükemmel okur dostlara sahip olduğum için kendimi çok ayrıcalıklı hissediyorum. Emeklerinize, aklınıza, kaleminize sağlık... Gerçekten çok değerlisiniz... Sevgilerimle...
Metin T. okurunun profil resmi
" Siz ona ne verirseniz o da size o kadarını veriyor." Aslında tam da buydu be Necipciğim. Fakat yazdıklarını okudum, okudukça güldüm. O kadar 12'den vuruyordu ki, gülmem mutluluktandı. Yahu biz artık birbirimizi bayağı bir anlıyoruz. Bak Necip Hocam ne diyor? <<<<<“Sanık firarda zaten. Ölen belli, öldüren belli, sebep belli. Hikayesini biz yazacağız. Bu arada ben de boş durmadım. Esnaf, komşu turladım biraz. Dinle bak! Kasap Rıza, Yemci Naci, Niyetçi Ali, Kırtasiyeci Rafet abi. Ya tamamını ya da bir kısmını olayın, görmüşler. Birkaç karakter de kendimiz uydururuz. Bunlar da cabası,” dedi. Elinde tuttuğu iki adet fotoğrafı uzattı. Fotoğrafları aldım. Biri genç bir kadın, diğeri, nişan ya da söz fotoğrafıydı. Beraber poz vermişler. “Güzelmiş kızcağız,” deyip, fotoğrafları geri uzattım. Boş durmadım ama. “Olur mu Necip abi, biz nasıl yazarız hikâyeyi. Kafamıza göre nasıl uydururuz. Suç olmaz mı, hadi suç olmadı, ayıp olmaz mı? Gel gerçeğini yazalım,” dedim. “Gerçek mi? Ne gerçeği oğlum. Kim biliyor gerçeği? Hem, kimseye lazım değil gerçek,” dedi. Sinirlendim. Masaya hafifçe vurdum. İsyan takındığım bir tonla, “Olur mu, gerçeği yazmaya yemin ettik biz Necip Abi,” dedim. “Dur be oğlum, sinirlenme! Tamam, gerçek. De kimin gerçeği? Her anlatan kendi hikayesini anlatacak. Sen daha çaylaksın, bilmezsin,” dedi. Sakindi. “Her işin bir gerçeği olur. Senin ya da benim gerçeğim mi olurmuş. Bulalım gerçeği, onu yazalım,” dedim. “Bu işler başka ama. Ulan çaylak! Bu işi koskoca bir devlet mekanizması yürütüyor. Polis teşkilatı var. Savcılık teşkilatı var. Mahkemeler var. Bu onların işi. Sen mi yürüteceksin tek başına tüm bu işleri? Biz haberciyiz aslanım. Halka haber vereceğiz. Böyleyken böyle oldu. Ölen buydu. Öldüren buydu. Sebep buydu. Nasıl olduğu da belli. Bizim tek yapabileceğimiz, olanı sağlam hikâye etmek, milleti olaya kanalize etmek.” Gak guk ettim, ama diyecek söz bulamadım. Kendi duyabileceğim bir sesle, “Nasıl olacak bu,” dedim.>>>>> Ben boşuna Necip Hocamı izlemiyorum?
4 sonraki yanıtı göster
Ebru Ince okurunun profil resmi
Hocam bizim size varmamız için ekmek değil fırını inşa etmemiz gerek ..saygıyla eğiliyorum ..
Metin T. okurunun profil resmi
İnsanın eğilmesi onun büyüklüğünün galebe çalması der Toyota'nın ceosu Akio Toyoda. Haklı. Asıl biz saygıyla eğiliyoruz. Teşekkür ederiz.
2 sonraki yanıtı göster
Kasım okurunun profil resmi
İncelemeden çok bir deneme okudum. İnceleme dediğin açık olur, kendini belli eder, "ben bu kitap için yazıldım," der. Ama burda öyle bir şey yok. İncelemeyi sonuna kadar okudum ve bu güne kadar okuduğum en farklı incelemeydi. Bu kitabı listeye almıştım,bu incelemeden sonra en kısa zamanda okumam lazım. Senin yaptığın inceleme böyleyse, kitabı aklımın ucundan bile geçirmek istemiyorum, Metin abi. Ellerine,yüreğine sağlık. Senin de dediğin gibi; "Ömrüne bereket..." Kitabı okuduktan sonra yanıma bir demlik çayımı alıp tekrar okuyacağım. Var ol, Metin abi...
Metin T. okurunun profil resmi
Ben yolun yarısını geçtim. Gördüğüm göreceğimden fazla. İlk öykülerini oku BK'nun. Sonra Kılavuz ve Gece. Ömrün uzun olsun.
1 sonraki yanıtı göster
Erhan okurunun profil resmi
Elinize sağlık Metin Hocam, baştan sona okudum, bir şeyler almaya da çalıştım gerçekten. Ama kitabı okuyanlar için bir yazı olmuş gibi geldi bana. En başından Bilge Karasu 'ya başlayıp öyle karar vermek istediğimden "Troya' da ölüm vardı"yı almıştım. Umarım yazara devam edip bu kitabı da okurum da incelemenizin kıymetini daha iyi anlarım
Metin T. okurunun profil resmi
Başlangıcı en iyisinden yapmışsın. Bu kesin. Aslında BK'ya öykü daha çok yakışıyor.
Bu yorum görüntülenemiyor
11 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.