Aslında okuma sürecimde, bu kitapla ilgili bir inceleme yazmam herhalde, diye düşünüyordum. Ancak kitabı, -tabiri caizse şapşirik bir tebessümle bitirdiğim için yazar ve kitap hakkında birkaç kelam yazmasam haksızlık etmiş olurum, dedim kendi kendime. Baştan uyarayım sevgili dostlar; bu bir inceleme değil, kitabı okuma öncesi ve sonrası düşüncelerimi anlatan bir yorumlamadır.
Mustafa Kutlu’yu, okuduğum birçok dergide yayınlanan başta öykü ve deneme yazılarından tanıyorum. Fakat şimdiye kadar hiç ciddi manada meraklanarak Kutlu'nun bir öykü kitabını alıp okuma isteği hissetmemiştim kendimde. 1k ya katıldığım günden bu yana sayfama o kadar çok Mustafa Kutlu öyküsü düştü ki artık kendisiyle tanışmamın vakti geldi diye düşünerek Mavi Kuş’u sipariş ettim. Ancak kitap elime geçince yazı puntosunun alıştığımdan büyük olması itti beni. Okuyorum fakat görme alanımdan taşıyor sanki sözcükler. Bu durum kitaba biraz isteksiz başlamama sebep oldu.
Kutlu’nun anlatım tarzı bana sanki yıllar öncesinde dedemden dinlediğim o gençlik hikayelerini anımsattı. Yazar değil de sanki dedem anlatıyordu Mavi Kuş’u bana. Önünde diz çökmüşüm, gözlerim kocaman açıp dinliyorum. O da elinde ağır ağır çevirdiği tespihine inat merak dozunu artırarak devam ediyor anlatmaya. Başta bu bana keyifli geldi fakat sonra sıkıldım açıkçası. “Böyle sağlam bir yazar, neden böyle bir anlatım tarzını benimsemiş ki? Çok basit bir anlatım değil mi bu?” soruları dönmeye başladı zihnimde. Anlatıcının ara ara olaya müdahalesi, gözlemci bakış açısı, akışı kesip okura sorular yöneltmesi cezbetmedi beni. Bu durum, kitabı uzaktan okumama sebep oldu, hikayenin içine girmek istemedim bir türlü. Hadi bakalım ne göreceğiz, deyip devam ettim. Normal bir hikaye, akıyor. Bir yolculuk hikayesi. Kasaba, köylüler, dil hep tanıdık. Kutlu’nun kalemi kendini yıllardır ispatlamış bir kalemdir biliyorum. Fakat anlatım doyurmuyor beni, hala bekliyorum. Son on sayfaya ulaştım. Nihayet son sayfayı çevirdim. Son cümleyi okudum. Yavaşça kitabı kapattım. Tavana baktım ve tepkim şuydu; ben bugün harika bir kitap okudum!
İşte o tavanla içsel sohbetim sırasında tam manasıyla idrak edebildim sanırım kitabı. Neden sonra artık "Ne yaptık biz?" cümlesindeki "Biz" e dönüşmeye başladığımı fark ettim. Tavan karşımdaydı fakat ben, artık o tüm hikayedeki "biz" dim. Yazarın neden böyle bir dil kullandığını, bu basit anlatım içinde bize sunduğu aynanın ardına gizlediği sırrı ve tabii sırrın sırrını yavaş yavaş anlamlandırmaya başladım zihnimde. Beni kitabı okurken zevk almamama iten tüm sebepler, kendi içindeki sonucuna çok güzel bir kurguyla oturdu yerine. Okuduğum çok iyi bir kurguydu. Karakterleri, diyalogları, hatta beni bazen sıkan o tüm ayrıntılı betimlemeleri bile kitabı bitirdikten sonra sevdim.
Son olarak, kitabı bitirmeye yakın “Artık bir daha Mustafa Kutlu kitabı okumam herhalde.” diye kendimce bir karar vermişken, “Kesinlikle diğer kitaplarını da okumalıyım!” tepkimle yazarın bana keskin bir u dönüşü yaptırması, beni bir okur olarak çok mutlu etti.
Mavi Kuş’un içindeki yerinizi en kısa zamanda almanız dileği ile… :)