Gönderi

243 syf.
8/10 puan verdi
·
8 günde okudu
Nurettin Topçu’nun daha önce 4 veya 5 eserini okudum ama aralarında en zorlandığım İsyan Ahlakı oldu. Bu kitabı okuduktan sonra kendini sorgulamaya başlıyorsun. Acaba ben uysal mıyım yoksa bencil, katı bir ferdiyetçi mi? Ben hangi taraftayım ve bundan nasıl kurtulabilirim, nasıl isyan edebilirim. Bu soruları kendine sormaktan alıkoyamıyorsun. Eğer sormuyorsan ya kitabı anlamamışsın ya da uysalsın (geçmiş olsun) demektir. Topçu bu eserinde nasıl isyan edeceğini okurlarına ayrıntılı ve güzel bir şekilde anlatmış. Kitapta Topçu’nun isyanı uysallığa ve anarşizme isyandı. Düşünmemeye, hareket etmemeye isyandır. Ama buradaki isyanında bir sınırı vardır. Bu sınır İlahi İrade karşısındaki sınırdır. Onun için ahlaki her hareket bizim açımızdan bir anarşizm, İlahi İrade karşısında ise bir uysallık. Biraz bilgi birikimi gerektiren bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple kitabı incelerken daha iyi anlaşılması için yazarın cümlelerinden alıntı yapmak zorunda kaldım. Bir nevi özeti de oldu diyebiliriz. Kitabın birinci kısmında hürriyet problemini ele almış. Spinoza’ya göre hürriyeti tanımlamış ve bunu eleştirmiştir. Spinoza, insanın hür ve evrensel hareketini inkar ederek, tam esareti tarif eder. Topçu’ya göre ise, hareket etmek hür olmaktır. Hareket etmeyi istemek, tabiatta bir şeyi değiştireceğine kani olmak, varlığın kendiliğinden oluşuna karşın direnmek demektir. Bergson ise hürriyetin varlığını ispat etmeye çalışmış fakat hürriyeti tarif edeyim derken determinizmin kucağında kaldı. Burda Spinoza ve Bergson’un hürriyet hakkındaki düşüncelerini bilemenizde fayda var aksi takdirde anlaşılması güç oluyor  İkinci kısmında ise hazzın hareketin önünde bir engel olduğunu anlatmış. Hareketin gayesi haz olamaz. Böylesi durumda hareketi en baştan öldürmek demektir. Burada haz harekete tabidir. Dayanışmayı da hareketin önünde bir engel olarak görüyor. Böylesi toplumda insan esir doğar; kendi hareketini yaratmak suretiyle hürriyetini kazanır. Fert için dayanışma şeklindeki esirlik hem kader hem zorunluluk. Zaten fert yaşamak için dayanışmaya muhtaç durumdadır. Topçu’ya göre insanın bu dayanışmacı hareketten kurtulması mümkün değildir. Fakat şahsi bağımsızlık ile fert hürriyetini gerçekleştirebilir. Buradaki bağımsızlık toplumdan kopma anlamında değildir. Burada fert, toplumun bir parçası değil; toplum ferdin parçasıdır. Hakimiyet, dayanışmanın zorunlu tamamlayıcısıdır. Hakimiyet devlet şeklinde ortaya çıkar. Burada Spencer’in düşüncelerinden faydalanmış. Devleti bir istismar aracı olarak ifade etmiş ama devletten vazgeçilemeyeceğinin de altını çizmiştir. Ferdin bu esirlikten kurtulması için tam ve gerçek hakimiyeti istemeli, onu bizzat kendi ferdiyetinde kurmak suretiyle gerçekleştirmesidir. Üçüncü kısımda sorumluluk idealinden bahsetmiş. İnsandaki hareket etme sorumluluğu insan tabiatına karşı, dayanışmaya ve hakimiyete karşı esirlikten doğar. Topçu, ahlakçı düşünürlerin sorumluluğu açıklamadaki yetersizliğine değinmiş. Ona göre ahlaki sorumluluk ise, kendi gerçeğini bizzat bu yaşayanın şuurunda bulmasıdır. Özet olarak burada insan bir otoriteye veya başka bir kimseye değil kendine karşı sorumludur. Dördüncü kısımda inanç ve taklit konusunu ele almış. Yazar düşünceyi, hareketin devamı olduğuna inanmış. İnancı bir kaynaşmanın zıddı olarak ele almıştır. Bu kaynaşma ise obje ile süjenin yani eşya ile şuurun kaynaşmasından kaynaşmasıdır. Bu kaynaşma bize duyumu verir. Daha doğrusu duyum objeye yönelik bir gerilimdir. İnançta ise bu tam tersidir. Burada ayrıca Fichte’nin, Pascal’ın, Kant’ın ve Hamilton’un inanç hakkında görüşlerine yer vermiştir. Topçu’ya göre ise inanç, benliğin eşya üzerindeki hareket ve etkisidir. İnanç, benliğin eşyaya hakim olmasıdır. İnancın taklit edilebilir olması onun evrensel olması sonucunu doğurmuştur. Eğer taklit edilebilir olmasaydı ne medeniyet ne toplum meydana gelirdi. Beşinci kısımda ise iman meselesini ele almış. Ona göre iman, inancın devamıdır, uzantıdır. İman ile inanç arasında sadece derece farkı vardır. İnancın iman haline gelebilmesi için, insanın ruhunda süreklilik kazanması ve hayatına hakim olması gerekir. Topçu’ya göre sanatkarda da mistik bir olayın varlığı söz konudur. Ama bu sanatkarın mistikliği eksiktir, yetersizdir çünkü sanatkarın mistik faaliyeti din-dışıdır. Sanatkar üstün iradeye boyun eğmediği için onun imanı yalancı imandır. Oysa dindar ehlinin imanı ise asıl olan İrade’ye imandır. Özetle yazar burada sanatın kişiyi dini mistikliğin eşiğine kadar götürebileceğini fakat oraya sokamayacağını anlatmış. Oraya sokması için içindeki sanat tutkusunu atması gerekir. Son kısımda ise isyanını tasvir etmiş. Hareket, hür olmanın göstergesi olan hareket, imanda kendini tamamlaya çalışır. Topçu’ya İrade, her şeyi ilk önce tabiatta aradı fakat bu arayışın sonunda irade boşluğa düşüp daha sonra tabiat-üstü varlığa bağlandı yani Allah’a. Buna göre tabiatı reddetmek Allah’ı reddetmek anlamına gelir. Gelgelelim isyanın tanımına. Topçu’ya göre isyan, kişini her şeyden önce kendi tabiatına, arzu ve isteklerine karşı isyandır. Hareket, ancak kendi içerisinde baş kaldırdığı bir nizama karşılık, yeni ve zorunlu olarak daha üstün bir nizamın ihtiraslı iradesini taşıyorsa isyan adını alabilir. Bu isyan bir nevi Allahsız insana, Stirner’in anarşizmine, Rousseau’nun sakat ferdiyetçiliğine, Schopenhauer’ın neticesiz kötümserliğine isyandır.
İsyan Ahlakı
İsyan AhlakıNurettin Topçu · Dergah Yayınları · 20161,261 okunma
·
396 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.