Bir besmele,içinde istiğfar da bulunan. Acz bulunan...
Sonra bu zarif adam şöyle devam etmiş: Ne çok acı var.
Okudum... Hemde defalarca okudum aynı cümleyi. Sanki dünyada bu kadar acı olduğunu ilk kez birinden böyle açıkca işitmiş ve ürkmüştüm. Ürkmüştüm çünkü bir ân bütün haşmetiyle dünyanın acılarından bir vücut vuku bulmuş ve beni derinlerine çekmiş, kollarını boynuma dolamıştı. Bütün insanlığın acısı birden önce içime, daha sonra dışıma taşmıştı. Yediğim de, içtiğimde, giydiğimde acıyı gördüm. O bana dokunmuştu. Ve sanki onda azrailden bir can alış, israfilin surundan kopan ve bir üfleme de her şeyi yerle bir eden bir pay vardı. Neden yazmıştı ki. Şimdi durduk yere neden içimi kusmuştum ve acımın ağzımdan aktığını görmüştüm...
Öyle büyük umutla açmıştım kapağını ama daha ilk cümleden hayal kırıklığına uğramıştım. Hayal kırıklığı dedimse, gerçeklerin önüme altın tepsilerle sunulmasıdır kastım. Bir insan bir kitapta kendini okuyabilir mi? Nasıl olur da başka, bambaşka bir insanın anılarından kendime böylesine büyük bir pay biçerim,aklım almıyor. Lafa odukça sıradan bir şeyden söz ederek başlıyor ama birde bakmışsınız ta derinlerde bir yerindesiniz kalbinizin.
"İçim ağrıyor,içimde spazm var, dar yerlerden sıkılıyorum, mutlu değilim,geceler uzun bitmiyor,gündüzler ağır, bahar bir türlü gelmiyor."
Ben bu satırları okuyorum. Ama yok okumuyorum. Yakalanmışım gibi geliyor daha çok. Birisi benim kalbimi gördü, işte yakalandım!
Nasıl tarif edilebilirse güzelce bir acı,acıyı da güzel tarif etmek olur mu demeyin oluyor, öylece tarif etmiş işte. Hem basit hem de öyle bam teline dokunmuş kelimelerin.
Sık sık soruyoruz kendimize,kimiz biz?
Ben kimim Yarabbi, ben kimim,kimim ben? Belli o da bulamamış ya da buldu da sırrını açık etmek istemiyor.
Ve işte gökyüzünde kanatlarını hoyratça,özgürce savurarak, yararak maviyi parçalayarak bir sürü kuş uçuyor.
"Çünkü göç eden bir kuş sürüsü görmek bir deprem seyretmek gibidir.Ve kuşlarla ve depremle yakın akrabalıklarımız vardır."
Ağrıyor, içimin ağrısını duyuyorum bu sefer.
Ve bende !
Ben de şehirde ağırıyla akan hayatın farkındayım. Onun içindeyim. Ondan bir parçayım.
Korna sesleri, satıcıların durmak bilmeden bağrışmalarının sesleri, çocukların paldır küldür koşuşmalarının, hayatın farkında olmadıklarını belli edercesine kahkalarının sesleri, ve daha bir sürü insan , bir sürü hayvan , bir sürü insan sesleri...
Parçasıyım karışıklığın. Parçasıyım, ağrıların.
Ve işte ân geliyor,dönüyoruz,Elhamdülillah.
Dönmek dediysem içime.
"İçinize dönün" diyor ya. Orda kapatıyorum kitabın kapağını. Er'mişim de hazır kıta bir emiri yerine getirmek için bekliyormuşumcasına...
Döndüm bende, içime...
Çıkmak da öyle kolay değil vesselam. İnsanın içi kalabalıktır zira.
Biri gelse yoklasa beni, burada değilim. Oradayım...
İçimize attık, insan kardeşlerim..Şimdi taşıyamadığımız bir yüktür. Çuval çuval sırtlandık. İçimize attıklarımız diyorum, boyumuzu aştı. Can çekişiyor benliğim ve aslında ben yokum.
Heyhat öldüm mü de yoktum, var mı olmamıştım hiç bir vakit. Yoksa sarmış mıydı yokluk bedenimi sonradan. Hiç bilmiyorum...
Bu bir inceleme olamaz, olamazdı.. Zira kelimeleri yetiremiyorum.. Kestiremiyorum sığdıramıyorum duygularımı kelimelere yetiştiremiyorum.
Velhasılı kelam.Bizde işte herkes gibi tükeniyoruz. Tükeniyoruz bir 'Yaşamak' türküsünü söyleye söyleye..Yitiyoruz...
Ey kadın kokla beni
hayatım yasaksınız
gelinmiyor akşam zaman kaplanı
kaçmıştım yeni bir ırmak şeklinde
hayvanların ilkbahar sıcakları bölümünde
kıvrılıp yeniden yakalanıyorum
cam kesiyor göğüslerimi
boynuma zümrüt bir gerdanlık atmışım
hem şarklıyım ben
gövdem yara dolu
sevdiğim, kolla beni...
Rahmetle ve sevgiyle...
youtu.be/3Fs6O4GWynA
O kadar güzel bir inceleme yazmışsınız ki hayran kalmamak elde değil.. Sanal bir derginin kültür sanat kolundayım, bu incelemeyi sizin de izninizle yayınlamayı o kadar isterim ki! Bana özelden dönüş yaparsanız sevinirim, bu konuyu konuşmak adına.