İki insanın birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşan, Dostoyevski'nin ilk kitabı. İki karakter de yoksul ve yalnız. Genç bir kadın ile yaşlı bir erkek. Haddinden fazla gerçekçi bir kitap. Yoksulluğun acısını çok güzel yansıtmış bir kitap.
Dikkatimi ilk çeken kitapta bahsedilen yoksulluğun insanımızın neredeyse yaşam biçimine dönüştüğü oldu. Bizim "kendimizden düşüklere bakarak şükrettiğimiz" durumun adı aslında yoksulluk. Ama bu durum bizde o kadar yaygın ki ancak açlıktan ölecek insanlara yoksul diyoruz. "Yoksulluk sınırı" ile "açlık sınırını" karıştırıyoruz sanırım. Etrafımızda affınıza sığınarak söylüyorum ki "köpek gibi" günlerce çalışarak sadece aylık minumum masraflarını çıkaran binlerce asgari ücretli var. Bu insanlar bırakın bir iş kurmayı, ev almayı, araba almayı bayramlarda bile et alamama, elbise alamama sorunu ile karşı karşıya kalıyorlar. Ama "Allah'a şükür" bir şekilde geçiniyorlar. Bu yazdıklarım kitap ile biraz alakasız duruyor olabilir. Fakat kitabın sonunda aklıma ilk gelen bunlar oldu. Aç insan nasıl kitap okusun, sinemaya tiyatroya gitsin? Kendisini geliştirip bilinçlensin? Kısır döngü işte. Afrika'nın bir üst versiyonu. Çünkü karnı doyan -mecazi olarak- bir insanın yapacağı ilk şey adamakıllı düşünmek olacaktır. Düşünemeyince sistem de değişmiyor.
Sözün özü İnsancıklar canınızı gerçekten sıkacak bir kitap.