Tarih, kitaplarda anlatılanlar gibi midir yoksa bireylerin yaşadıkları gibi midir? 1000 sayfa boyunca yazar bu soruya yanıt arıyor. Cevabı da sonunda okuyucuya bırakıyor. Yazar bir demecinde, “Sadece politik ve ekonomik tarih bizi doğru yoldan saptırır; yazarı asıl ilgilendirmesi gereken insanoğlunun kaderi ve tecrübeleridir.” diyor. Bu bağlamda bu kitap çok farklı bir bakış açısıyla sunuluyor. Siyasi ve ekonomik tarihe odaklanmak yerine yazar insanlığın kaderine ve yaşadıklarına odaklanıyor; olaylarda sıradan insanları kullanarak, kırsalda yaşayan bir Çin ailesini neredeyse tüm 20. yüzyıl boyunca anlatarak Çin tarihini tekrar yazıyor.
Bir Çin bedduası der ki: “Yanlış zamanda yaşayasın.” Kitabı okurken nedense aklıma sürekli bu söz geldi durdu. Çünkü burada yanlış zamanda yaşayanların kadınlar olduğunu anladım. Zaten yazar kitabını da dünyadaki tüm annenlere ithaf ediyor. Tarih boyunca her kültürde en çok acı çeken kadınlar olmuştur. Pearl Buck’ın kitaplarına az çok aşina olanlar Çin’de kadın olmanın ne demek olduğunu iyi bilirler. Yazar son bölümde annenin genç kızlık dönemini anlatarak kadınların çektiği işkenceyi gözler önüne seriyor. Çin’de kadın olmak zordur. Tarih boyunca Çinli kadınlar ezilmiş, değersiz kılınmış ve sömürülmüştür. Onlar için evlenmemek diye bir seçenek hiç olmamıştır. Çocuk yapmamak diye bir şeyleri de yoktu. Kız doğurmak gurur duyulacak bir özellik değildi. Kadınların değil ikinci sınıf, insan yerine bile konmadığı bir toplumda 8 kız çocuğu dünyaya getiren bir annenin dramı anlatılmaya değer gerçekten. Kim ne derse desin bu kitap kadınlar hakkındadır. Gizli öznesi de, sözde öznesi de, gerçek öznesi de ka-dın-dır.
Roman, Japon İstilası sırasında Jintong’un doğumuyla başlıyor. Anne sekizinci doğumunu gerçekleştirdikten sonra hikâyenin anlatıcısı Jintong oluyor ve kitabın büyük bir kısmı Jintong ekseninde dönüyor. Shangguan Lu’nun tek oğlu bize annesinin, kız kardeşlerinin ve onların ailelerinin hikâyesini trajikomik bir dille hikâye ediyor ya da okura öyle geliyor. Mo Yan’ın tarzından mıdır nedir sadece bu kitabında değil, yazdığı tüm kitaplarda en trajik olayda bile bir güldürü unsuru bulmak mümkün. Gözler deşilirken, beyin bin bir parçaya bölünürken, oluk oluk kan akarken bile en azından ben bunları yeri geliyor kahkahalarla okuyorum. Çin’in yakın tarihine yapılan bu büyülü yolculukta Jintong ve ailesi Boxer İsyanı, Komünist Devrim, Japon İstilası, Kültür Devrimi, Mao’nun ölümü, Büyük Kıtlık, İç Savaş gibi Çin tarihine ışık tutmuş tüm olaylardan nasibini fazlasıyla alıyor. Evleri adeta yolgeçen hanı gibi oluyor. Her yeni bir olayda kartlar tekrar karılıyor ve bir önceki olayın kahramanı bir sonraki olayın haini olabiliyor.
Kitapta olaylar oldukça derinlemesine irdelenmiş, zaten bu kitabın kalınlığından da belli oluyor. Bazen ufacık bir olay 50 sayfa süren tasvirlerle anlatılıyor. Grafik roman tarzına da girebilecek bu kitapta beş duyu organına hitap eden çok fazla betimleme var. Yazar olayları sadece dinlememizi değil, koklamamızı, tatmamızı da istiyor. Bunu da çok iyi başarıyor. Tüm kitap boyunca zaman düz bir çizgide ilerlese de son bölümde annenin çocukluğuna ve evliliğine dair özel bilgileri okuyoruz ve eşi kısır olduğu halde 9 çocuğu dünyaya nasıl getirdiğini öğreniyoruz. Olaylar birinci ve üçüncü tekil kişi tarafından anlatılıyor. Üçüncü tekil kişi ile başlayan anlatım Jintong’un doğumuyla birinci tekil kişiye dönüşüyor ve olayların büyük bir bölümü onun bakış açısıyla anlatılıyor. Kitabın kalınlığı okuyucuyu hiç korkutmasın çünkü olaylar hiçbir kafa karışıklığına mahal vermeden su gibi akıyor.
Bitirmeden önce yazarın dilimize çevrilmiş beş kitabının da Çince aslından çevirmeni olan Erdem Kurtuldu burada ayrı bir teşekkürü ve övgüyü hak ediyor. Çevirmen 5 kitapta da yazarın üslubunu birebir yansıtmayı başarmış. Eğer bu incelemeyi okuyorsa kendisine şunu sormak istiyorum: “Erdem Bey, çevirinizin her kelimesini çok beğendim, özellikle küfürlerin çevirilerine bayıldım. Bu küfürler Çincede de bu kadar içten mi ediliyor?” Burada küfürler kısmına ayrı bir parantez açmış olayım. Mo Yan’ın ağzı biraz bozuk, bunu tüm kitaplarında görmek mümkün, ama bu küfürler o kadar içten, o kadar yerinde, karaktere o kadar yakışıyor ki hiçbiri sırf edilmiş olmak için edilmemiş! Keşke tüm küfürleri burada yazma imkânım olsaydı! Maalesef bu küfürlere gülebilmek ve espriyi anlayabilmek için okuyucunun karakterleri tanıması ve hikâyenin içinde olması şart diye düşünüyorum. Aksi takdirde bu cümleler ayıp sayılabilecek birkaç kelimeden fazlasını ifade etmeyecektir burada.
Edebiyat mutluluksa, okumaktan zevk almaksa eğer bu kitap bunları fazlasıyla karşılıyor. Yazarın tarihi kitaplara göre değil, kendi kişisel deneyimlerine göre anlattığı bu kitabı 2018’de okuduğum en iyi kitap oldu, bunun yanında dilimize çevrilen tüm kitapları içinde en iyi kitabının bu olduğunu söylesem hiç abartmış sayılmam. Peki iri kalçalar ve iri memeler ne alaka? Bu sorunun cevabını da okuyucu versin. Keyifli okumalar.