Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

372 syf.
9/10 puan verdi
·
10 günde okudu
Krallar Filozof, Filozoflar Kral Olunca…
Asırlardan beri süre gelen “devlet” hakkında yazılan bütün eserlerin yazımlarının aslında birer cevap olduğunun gerçeği su götürmezdir. Aristoteles’ten günümüze kadar yazılan bütün bu eserler aslında “Devlet” isimli bu esere cevaptır. Platon MÖ 428 - 348 tarihleri arasında yaşamış ileri görüşlü Yunan düşünce adamı, ekstremisttir. Platon Peloponnes Savaşı başlangıcından 4 yıl sonra doğmuştur. Atina’da demokrasi çöktüğünde 23 yaşındaydı. Yenilenen demokrasi MÖ 399 yılında hocası Sokrates’i idam ettiğinde 28 yaşındaydı. Bu olaydan sonra Atina’dan ayrılmış - tahminen 18 yıl süren bir ayrılık – bütün Yunan topraklarını gezmiştir. Döndüğünde ise Platonik akademinin – Akademos – kurucusu olmuştur. Ki kurulan bu akademi daha sonrasında çevresine ve özellikle de Yunan ve Roma dünyasına felsefi kaynaklık etmiştir. Okulun en bilindik öğrencilerinden birisi de Aristoteles’tir. Yaklaşık olarak 300 yıl etkin bir şekilde eğitimin devam ettiği bu okullarda Hristiyanlığı’nda çıkması ve yaygınlaşmasıyla manastırlara devredilmiş; akabinde ise modern çağın üniversiteleri haline gelmiştir. 80 yaşına kadar yaşamıştır. “Bir adam güzel şeyleri sever ama güzelliğin kendine inanmaz, onu öğretmek isteyenin ardından gitmezse, gerçekten yaşıyor mu dersin bu adam? Yoksa ömrü bir rüya içinde mi geçiyor? Rüyanın ne olduğunu bir düşün... Uyurken ya da uyanıkken bir şeyin benzerini, onun benzerini olarak değil de, kendisiymiş gibi görmek değil midir rüya? ... Oysa ki, güzelliğin kendi varlığına inanan, hem onu hem de katıldığı şeyleri gören, güzeli güzel şeylerle, güzel şeyleri güzelle karıştırmayan adam rüya içinde mi yaşar, yoksa gerçek içinde mi?” (Alıntı #44263585 ) Hazır üniversite demişken Platon’un şehri Kallipolis ve üniversiteler arasındaki benzerliği de görmemek elde değildir. Her iki yerde de kızlı-erkekli kişiler “genç bir yaşta” “bilgi, cesaret, özgüven, liderlik, sorumluluk ve disiplin” kapasiteleri ile seçilip, beraber eğitim görürler ve –burası önemli – “ailelerinden uzakta…” Ortak yaşam alanları, ortak yemek alanları, aile kavramının ortadan kalktığı bir yerde birlikte ders çalışarak eğitimlerini sürdürürler. Her iki kurumda da bu saydığımız özellikler ortaktır ve en iyi olmak, insan yararına, kamu yararına en iyi olanları seçmektir. Akabinde ise yıllar sürecek zorlu bir ders ve eğitimden geçerler. Eğitim sonucunda ise başarılı olanlar hem Kallipolis’te hem de üniversitelerde yani günümüzde liderlik, kamusal pozisyon almak için hayata atılırlar. Bu da bize Platon’un mirasçısı olduğumuz kanısını güçlendirir. Bir deyime ise Platon olmasaydı üniversiteler olmazdı. Platon’un Devleti neden yazdığını anlamak için yine 70’li yaşlarında kendi yazımları olan otobiyografi değeri taşıyan mektuplarına bakmak en yeterli kaynaktır. Buradaki mektupları bir dönem Sicilya’da bulunmuş olmasından dolayıdır; 7. Mektup olarak ele alınan “Platon'dan Dion'un akraba ve dostlarına” başlığıyla gönderilmiş mektuptur. “Gençlikte, ben de birçok genç gibiydim. Kendi kendime davranabileceğim gün gelince, hemen devlet işlerine atılmaya karar vermiştim. Ama o zaman, bu alanda birçok değişme olmuştu; kendimi şu durum karşısında buldum: Birçok kimse, o zamanki yönetime saldırmış, ayaklanma çıkmış ve yeni yönetimin başına elli bir kişi konmuştu. Bunlardan on biri kentte, onu da Peiraieus'da görev almıştı; görevleri agorayla kentin yönetimini ilgilendiren işlerle uğraşmaktı. Öteki otuzuna, tam yetkiyle en yüksek erk verilmişti. Bunlar arasında tanıdıklarım, akrabalarım vardı; uygun bir iş vermek üzere beni hemen çağırdılar. Genç yaşım düşünülecek olursa, hiç de aşırı olmayan birtakım düşlemler kuruyordum: Bunların devleti, eğrilik yolundan doğruluk yoluna getirerek yöneteceklerini sanıyor, ne yapacaklarını merakla bekliyordum. Oysa çok geçmeden, eski düzeni sanki altın çağmış gibi arattıklarını açıkça gördüm. Birçok zorbalıktan başka, o zamanın en doğru adamı olduğunu çekinmeden söyleyebileceğim yaşlı dostum Sokrates'e de saldırdılar. Onu başka kimselerle birlikte, bir yurttaşı yakalamaya göndermek; bu yurttaşı ölümle cezalandırıp, Sokrates'i, istesin istemesin, siyasetlerine karıştırmak istiyorlardı. Sokrates onları dinlemedi; onların büyük suçlarına ortak olmaktansa, bütün tehlikelere göğüs germeyi yeğledi. Ben de, bu türlü şiddet olayları ve buna benzer, bunlar gibi önemli daha başka zorbalıklar karşısında tiksinti duydum; olup biten iğrençliklerden uzaklaştım. Az zaman sonra, Otuzlar düştü; kurmuş oldukları yönetim biçimi de onlarla birlikte ortadan kalktı. … … Bununla birlikte, bu durumu iyileştirmek ve tüm yönetim biçimini değiştirmek için yollar aramaktan geri kalmıyor, eyleme geçebileceğim anı bekliyordum. Ama sonunda, o zamanki bütün devletlerin kötü yönetildiğini anladım; çünkü yönetim, uygun koşullar altında yetkin olarak yeniden düzenlenemezse, yasalarının iyileşmesine hemen hemen olanak yoktur. İşte bunun için, felsefeyi överken, ancak felsefenin yardımıyla devletlerin ve kişilerin yönetiminde doğruluk gösterilebileceğini söylemiş; bundan ötürü de, insan soyunun, başına çöken belalardan ancak tam ve gerçek filozofların yönetimi ele almasıyla ya da devletin başında olanların, Tanrı'nın iyicilliğiyle gerçekten filozof olmaları durumunda kurtulabileceğini belirtmiştim.” Kaynak: Platon – Mektuplar - Çağdaş Matbaacılık Yayıncılık Ltd. Şti. – Aralık 1999 – Sayfa 14/15/16 (Yedinci Mektubun tamamını buradan okuyabilirsiniz #43408960 ) Devlet bir ütopyadır. Bunu söyleyen Platon değildir. 15. Yüzyılda Sir Thomas More tarafından söylenmiştir. Muhakkak ki Devlet bir ütopyadır ve siyasetin çok iyi bir vizyonunu sunar. Kitabın rehber ilkesi karşılılıktır. Devlet ve insan ruhu arasındaki karşılaştırmadır. Modern ve totaliter bir devletin modeli anlatılmaktadır. Şiirde ve teolojide ciddi bir sansürün yapılması, özel yaşam alanı ve ailenin kişilerin hakları olmamasını öngören bir yapıdadır. “Kamusal eğitim hakkında iyi bir fikir edinmek istiyorsanız Platon'un Devletini okuyun. O, kitapları başlıklarıyla yargılayanlar gibi siyasi bir deneme değildir, eğitim üzerine şimdiye kadar yazılmış en iyi, en güzel eserdir.” Jean-Jacques Rousseau Devlet on tane kitaptan oluşmaktadır. Birinci kitap bir önsöz, hazırlık, hazırlama mahiyetindedir. İkinci kitap ile altıncı kitap ise kurumun/devletin yani siyaset felsefesinin en yoğun olduğu bölümlerdir. Yedinci ile onuncu kitap ise devlet insan, devlet insan ruhu ve insan metafiziği olarak devam etmektedir. Birinci kitapta adalet ve doğruluğun tanımı değil de yararlarının konu edildiği diyalog adaletin faydasıyla çözeme ulaşmayı hedefler. Ancak ikinci kitapta bulunan bir hikâye ise mutlak bir gücün hâkiminin neden adaletli ya da adaletsiz olunmasını çürütmektedir. Gyges ( #44068640 ) adındaki bu çobanın hikâyesi bize “güçsüzün” doğruluk arayışı olduğunu hatırlatmaktadır. Çünkü güçlüye adalet gerekmez, o kendi adaletini kendisi yaratabilir. Bu kısım Adeimantos’un sahneye giriş yeridir ve kitabın değiştiği, ismine uygun olarak şekillenmeye başladığı alandır. Sokrates burada bir düşünce fırtınası yaratmayı teklif eder ve bu düşünce paylaşımının ise bir devlet yaratma düşüncesi olduğunu kabul ettirir. Buradan sonraki kısımlar ise kendisi gibi aristokratlara yani diyalogda bulunan Glaukon ve Adeimantos’a göre ilerleyişini sürdürür. Şehir ve ruh metaforunu, her şey kendine benzer ya da benzerini arar düşüncesiyle doğruluğu her ikisine de uygular. Şehir ve ruh hipotezi o şehirlerde yaşayan kişilerinde benzer olduğunu, bu benzerliklerin Timokrasi, Oligarşi, Demokrasi ya da zorbalıkla yönetilen şehirler arasındaki benzerlikleri açığa çıkarır. Her rejim kendinden sonra gelen rejime referans ve rehber olur. “Bir şehrin duvarları tuğladan değil insandan yapıldı mı, surları olmasa da olur.” (Alıntı #35585733 ) İdeal insanı keşfe çıktığımız yedinci kitabımızda yapılan bir mağara benzetmesi kişilerin konfor alanından uzaklaşmasından korkmasını, zincirlerini kırıp yeniliklere ulaşamamasını içermektedir. Belki de kitapta bulunan en can alıcı insan psikolojisinin dibine inilen yerdir bu kısım. Adil bir devlet kurulumda ilk önce yapılacak şeyin şairlerden, mit yaratıcılardan, hikâyecilerden başlanılmasını gerektiğini öne sürer ve bu ütopyada sansürü ileri derecede meşrulaştırır. Çünkü çocuğa küçük yaşta neyi hikâyelerseniz büyüdüğünde de o yönde bir yaşam tarzı benimsemesine olanak tanırsınız. Özellikle üçüncü kitapta Sokrates’i Homeros’un üzerine yürütüp, mitoloji yaratıcısı bu adamı yerdiğini gördüysek de onuncu kitapta bunun daha fazlasını görmekteyiz. Platon’un Homeros kitabından çekinmesinin sebebi günümüz anlayışı ile bakmak yerine; o devirde Homeros kitaplarının dini kitap olduğunu varsaydığımızda ortaya çıkar. Günümüz şiir, destan diye nitelendirdiğimiz bu kitaplar; o devrin yegâne din kitaplarıydı. En küçük bir sorunda o kitaplar açılır, onlardan bakılıp ona göre hareket edilirdi. İnsanlar o kitaplara göre yetişir; özel hayatlarından ziyade siyasal hayatlarını da buna göre düzenlerler ve Homerik kahramanların onları takip edenlere kötü örnek olmaktadır. Hatta Homeros’un iyi, hoş birisi olduğunu da söyler; ancak insanlık adına, devlet adına bir şey yapmadığını da açıkça belirtir. Ne bir Sparta Kralı ve Kanun Koyucusu olan Lykurgos olduğunu ne de Yunan Devlet Adamı Solon olduğunu söyler. “...şehirlerin de insanlar gibi kaderleri olduğuna... inanılırdı.” (Alıntı #40987575 ) Platon kitabından bedenin çürümesine değinmiş ve ruhun ölümsüz olduğunu vurgulamıştır. Ruhun ölümsüz olduğunu savunan belki de ilk Yunan filozofu olduğunu söylesek hata etmemiş oluruz. Ayrıca kitabın sonunda verilen “Er’in” hikâyesi ise bir cennet / cehennemvari bir yerin varlığından bahsetmektedir. Genellikle tek bir tanrıdan ve bazen de tanrılardan bahsetmesi ise tek tanrının varlığına inandığını göstermektedir. Bu tek tanrı söylemi de ölümsüz ruh söylemi gibi bulunduğu coğrafyada ilk bir söylemdir. “Özü gereği, bir şeye bağlantısı olan her şey, tek başına ve kendi içinde ele alınınca, yalnız kendisine bağlı kalır. Buna karşılık belli şeylerle ilgileri bakımından ele alınırsa, kendisi de belli bir şey olur!” (Alıntı #44199101 ) Diyalog karakterleri; Sokrates; ana karakter. Diyalogda bulunan diğer karakterlerin doğrularını tartışma, konuşma vasıtasıyla çürütme yoluna giden, bu yolda ikna edebilen, erdemin, bilginin ve insan ruhunun en ince ayrıntılarını çok iyi gözlemleyen karakterdir. Glaukon; Platon’un kardeşi, aristokrat. Diyalogda düşünceyi edilgen etmeye yarayan iki karakterden biridir. Genellikle içerikte “Evet,” “Hayır,” “Doğrudur…” gibi kelimeler ile karşımıza çıkar. Ancak Kallipolisi yönetebilecek karakterlerden birisi olarak gözükmektedirler. Adeimantos; Platon’un kardeşi, aristokrat, zevk düşkünü, hedonist. Diyalogda düşünceyi edilgen etmeye yarayan iki karakterden biridir. Genellikle içerikte “Evet,” “Hayır,” “Doğrudur…” gibi kelimeler ile karşımıza çıkar. Ancak Kallipolisi yönetebilecek karakterlerden birisi olarak gözükmektedirler. Glaukon ile arasında fark ise Adeimantos daha cesurdur. Adaletin ise güçsüzlerin dostu olduğunu savunur. Kephalos; gelenekçi, düz kafalı. Diyalogda aileyi temsil eder. Hatta ailenin başıdır. Ailenin başı olması sebebiyle en yaşlısıdır. Aralarındaki konuşmalar yaşlılığın nasıl olduğu ve cinsel ihtiyaçlara dem vurur. Kitap içerisinde yaşlanan Sophokles ile alakalı; "Bir gün şair Sophokles’leydim. Biri geldi sordu ona: Aşkla aran nasıl? Hâlâ kadınlarla düşüp kalkıyor musun? aşk sorulur. Sophokles: “Bırak canım sen de, dedi; bu işten kurtulduğuma bilsen ne kadar seviniyorum. Deli ve belalı bir efendinin elinden kurtulmuş gibiyim”. Sophokles’in bu sözünü beğenmiştim o zaman. Yine de beğeniyorum. Gerçekten, ihtiyarlık bu bakımdan kurtuluş sayılır. İstekler, hırslar gevşeyince insan rahatlar, Sophokles’in dediği gibi zırdeli bir zorbanın elinden yakasını sıyırmış olur. Yaşlıların yakınlarından çektiklerine gelince Sokrates, bunların da sebebi ihtiyarlık değil, insanların kendi huyudur. Ölçülü, uysal olana ihtiyarlık dert olmaz. Öyle olmayana ise, gençlik de bela olur, ihtiyarlık da.” (Sayfa 3) Helenistik dönem yaşam tarzı cinsellik ve para kazanma olarak yaşam tarzıydı. Yaşlanınca ise dine kendini adar ve bu yaşam tarzından kurtulurdu. Platon’a göre bu yaşam tarzı düşündeki devlete uymuyordu ve bu sebeple sadece birinci kitaptan sonra Kephalos’a diyalogda yer verilmemiş, böylece gelenek kovulmuştur. Bu hususta en iyi söylemi Jean-Jacques Rousseau yapmıştır; “Siyasette de ahlakta olduğu gibi, iyilik etmemek kötülük etmektir. Yararlı olmayan her yurttaş zararlı bir insan sayılır.” (Alıntı
Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev
Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev
- #40723436 ) Polemarkhos; mirasçı, vatansever, soylu ya da centilmen. Adalet olarak herkese hakkının verilmesi taraftarıdır. Dostlara iyilik, düşmana ise kötülük yapmayı amaçlar. Dost ve düşman arasındaki ayrım, adil ile adaletsizlik arasındaki ayrım ve iyi ile kötü konularına en iyi sorular bu karakterden sorulur. Sokrates ise gereken cevapları verir ve karakterin düşüncelerini çürütür. Thrasymakhos; Sokrates’in karşıtı, zıt görüşü, rakibi, realizm taraftarı. Kendisi eğitmendir ve öğrencileriyle beraber girerler diyaloğa. Diyalogda bulunan en dişli karakterdir. Adaleti bildiğini ve bunu diğer kişilere öğrettiğini savunur. En belirgin cümlesi ise; “Doğruluk/adalet, güçlünün işine gelendir.” (Sayfa 17) Kanunları bu güçlü kişiler koyar ve kanunlar tamamen bu kişilerin elindedir. Kanunlar ise bu güçlü kişilere hizmet eder savını ortaya atar. Konunun özeti olacak alıntı ise; “Derler ki, tabiatta haksızlık etmek iyi, haksızlığa uğramak kötü bir şeydir. Haksızlığa uğrayanlar ise haksızlık edenlerden çok daha fazladır. İnsanlar, birbirlerine haksızlık ede ede haksızlığa uğraya uğraya, birinin tadını, ötekinin acısını duymuşlar. Haksızlığa uğramaktan sakınamayacaklarını, haksızlık etmeyi de her zaman beceremeyeceklerini anlayınca, bir anlaşmaya varmayı düşünmüşler, kanun koymuşlar, kimse haksızlık etmeyecek, haksızlığa uğramayacak diye. Kanunun buyurduğuna, kanuna uygun olana da doğru demişler. İşte doğruluğun kaynağı, özü budur. Doğruluk, en iyi şeyle en kötü şeyin ortasında, yani haksızlık edip ceza görmemekle, haksızlığa uğrayıp öç alamamanın arasındadır. Bu iki şeyin arasında olan doğruluk iyi bir şeydir diye sevilmez: Ona değer verdiren, insanın hep haksızlık etmeye gücünün yetmemesidir. Gücü yetseydi, haksızlık etmeyi, haksızlığa uğramayı ortadan kaldırmak için kimseyle anlaşmaya kalkmazdı. Böyle yapması delilik olurdu.” (Alıntı #44068068 ) Sözün özü; okuduğumuz bu kitabın görünen kısmı bir diyalogdur. Ancak içerisine girildiğinde edebiyat, felsefe, metafizik, siyaset felsefesi gibi sayısız bir içeriğe ulaşmaktayız. İstenilen açıdan bakılmadığında 50 kere okusak dahi anlamayacağımız bir içeriktir. Her okumada yeni bir şeylerin keşfine açıktır. Diyalog tarzı olduğu için yüksek sesle okunması tavsiye edilir. Okunması gereken naçizane eserlerin en başında olanı dersek hata etmemiş oluruz. Sevgi ile kalın…
Devlet
DevletPlaton (Eflatun) · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201926,6bin okunma
··1 alıntı·
2.211 görüntüleme
Tayfun okurunun profil resmi
Ek-1 Üniversite kavramı yanlış anlaşılmaktadır. Üniversiteler doktor, mühendis, öğretmen vb. gibi meslek gruplarına insanlar yetiştiren kuruluşlar değildir. Üniversitenin amacı sağlıklı bireyler yetiştirmektir. Asıl amaç budur, ancak zamanla yuvarlanarak bu günkü şeklini almıştır. Kalitesi çökmüş ve üniversite artık gereklilik dışına çıkmıştır ki günümüz gençliği üniversite denen yerde bozulmaya başlamıştır.
Tayfun okurunun profil resmi
EK-3 Gelen bir özel mesaja istinaden yazılmıştır. * İyi akşamlar. Platon'un Devlet kitabını şuan oluyorum. 6. Kitap bölümünü şuan okuyorum. Sizin kitap incelemenizi en az Platon'un kitabini okuduğum kadar zevkle okudum. Bunun için size teşekkür ederim. Kitap hakkında sorum olacaktı. Kitabı anladığım kadarı ile soruyu sormaya çalışacağım. * Kitabın bazı bölümlerinde: * - kadınların da erkekler ile aynı şartlarda, aynı eğitim ile eğitilmesi. * - Kadınların da savaşa götürülmesi . * - Hatta usta - çıkar ilişkisine benzetilerek çocukların savaş meydanında savaşçılardan savaşı öğrenmesi gerektiğinin. * - ilişkilerde doğacak çocukların babalarinin kim olduğunun bilinmemesi. * - doğan çocukların bakıcılar tarafından yetiştirilmesi. . . . * Bu konularda ideal bir devlet görüşünde nasıl bir yer edinilmesi gerektiği konusunda bir yere oturtamadım. Hatta kitabın bu bölümünü okuduktan sonra bunu düşünmek ve idrak etmek için kitabı okumaya bir gün ara verdim. Bu konu da sizin görüşlerinizi öğrenmek istiyorum. Şimdiden görüşleriniz için teşekkürler İyi geceler. Kollipolis namı diğer Devlet... İsminden de anlaşılacağı gibi devlet bütün varlıklarıyla bir bütünü kapsayandır. Eserin cinsiyet üzerine ele alınmadığı ortadadır ve yönetim üzerine yazılmış, en eski ve en kapsamlı eserdir. Sormuşsun; kadınların da erkekler ile aynı şartlarda, aynı eğitim ile eğitilmesi. Bundan 2500 evveline indiğimizde kadını konu alan tragedyalar dışında hiçbir şey göremeyiz. Bunlar Medea, Antigone gibi eserlerdir ki kadını ve toplumdaki yerini çok iyi bir şekilde ifade etmişlerdir. Platon Devlet ve diğer eserlerinde kadın, çocuk ve köle gibi kavramları hep bir tutar. Bu da bir nevi aşağılamadır. Ancak Devlet ve Yasalar eserlerinde kadınlara erkeklerle eş değer görevler vermektedir. Şuna dikkat etmelisiniz: başlıca düzenleme, yurttaşlara verilecek görevleri onların doğal yeteneklerine uygun olarak dağıtmasıdır. Burada önemli olan ise cinsiyet değil yetenek veya zanaattır. Eğer ki bireyin bir istidadı varsa bir şeye bu kadın da olabilir erkekte. Zaten kitapta göreceksiniz; “erkek erdeme ulaşabiliyorsa, kadın da bu erdeme ulaşabilir,” diyecektir. Sormuşsun; Kadınların da savaşa götürülmesi . Eşitlik kavramında erkek ile aynı olan kadın, çocuk doğurmak ve ev işlerinden arta kalan zamanlarda “koruyucu sınıf’ta” görev alabilir. Hatta yine istidadı varsa yönetimde dahi eşit görev alabilirler. Burada ki önemli husus ise; güçlü erkek ve zayıf erkek koruyuculardan ziyade güçlü erkek ve güçlü kadın koruyucuları kastetmektedir. Zira çocuk bakımına da yine yeteneği olan erkekleri de koyacaktır. Asıl amaç yetenek yani erdem. Sormuşsun; Hatta usta - çırak ilişkisine benzetilerek çocukların savaş meydanında savaşçılardan savaşı öğrenmesi gerektiğinin. Çocuk yetiştirilirken yine işin ehillerinde büyümeye başlar; ki bunlar çocukların biyolojik ailesi değildir. Ayrıca yine küçük yaşta at binmenin sağlığa yararlı olduğundan bunu her çocuğa tavsiye eder. Yaş ilerledikçe avlanma ve savaş sanatı konusunda da ustalaşmasını ister. Çünkü yiğitlik erdemlerin en yücesi, en soylusu ve en hayranlık uyandıranıdır, der. Sormuşsun; ilişkilerde doğacak çocukların babalarinin kim olduğunun bilinmemesi. Platon çoğu yerde çelişkiler gösterir. Şiir sevmez ama şairdir kendisi. Ahlakı bozacak ilişkilerden kaçınır ancak Kallipolis’te ensest ilişkiye varacak sonuçların oluşmasına zemin hazırlar. Spartalılardan duydugumuz ve yapmaya çalıştıkları üstün ırkı Kallipolis’te de görmekteyiz. Zaten hocası Sokrates de bilginin her şey olduğunu iddia eder ve bilgisize yaşam hakkı dahi tanımaz. Devlet’te eşler kura ile birbirlerini tamamlayacak şekilde belirlenir. Aileler çocuklarını bilmez çocuklar ise anne babalarını; bunu ilk öncelikle zaafiyet oluşturmaması için oluşabileceğini öne sürmek istiyorum. İyi ailelerden iyi çocuklar elde edilir, ancak kötü çocuklar da çıkarsa Devlet’ten çıkarılır, gözetim altında tutulur. Bir iyiyleşme görülürse yeniden Devlet’e alınır. İyi çocuklar aynı şekilde umut vaat etmediklerinde sürgün edilir. Sormuşsun; doğan çocukların bakıcılar tarafından yetiştirilmesi. Platon’un öğüdü şu şekildedir. Çocuk doğar, bakıcılara teslim edilir. 6-7 yaşına kadar bu şekilde onlar arasında büyür. Akabinde at binme ve avcılık başlar. Savaşlara sürülür. Platon’a göre gençler karakterli, erdemli ve güzel olmak zorundadır. Bakıcılar bu güzellik kısmıyla ilgilenir. Benim diyeceklerim bunlardır. Dönemin devlet adamlarının filozoflar hakkındaki tutumlarını da bilmek gerekliliğini de düşündürmek istiyorum. Ancak yine de bunların hepsini ortaya dökecek olursak; Platon kadına eşitlik tanıyan ilk kişidir demek çok doğru olur. Aristoteles gibi -mizojini- kadını kesin bir dille yok saymaz ya da Sokrates gibi kadını çocuk doğurmak, ev işlerini yapmak ve kocasını memnun etmek gibi şeyleri savunup kadını mülk haline de getirmez. Ancak bir çelişki hep vardır bu sebeple feminist diyemeyiz, kendi dönemindeki ve öncesindeki hatta sonrasındaki herkesten daha ileri görüşlülükteydi. Platon’a göre devlet işlerinde her iki cinste eşitti ancak gerçekte kurulan bütün devletlerin cinsiyeti erkektir. Modern düşünürlerimiz dahi kadını yok sayarken Platon bu hususta Protofeminism öncüsü olmuştur. Umarım yazıklarımın bir yararı dokunur ve bir günlük verdiğin araya daha bir iştahla kaldığın yerden devam ettirir. Keyifli okumalar diler ve teşekkür ederim.
Tayfun okurunun profil resmi
EK-2 Gelen özel mesaj için yazılmıştır. “Soru: Merhaba devlet kitabına yaptığınız bir incelemeyi gözden geçirdim de size bir konu hakkında danışmak isterim. Platon’a göre filozoflar kral olmalıdır. Ben adadaki toplumun filozof kralıyım. Bundan sonra filozoflar kral olmayacak diye yasa çıkarabilir miyim? Bu konuda düşüncelerinizi merak ediyorum.” Merhaba. Elbette kralsanız böyle bir yasa çıkarabilirsiniz çünkü büyük olasılıkla filozofta olsanız yönetim şekliniz monarşidir ve bu size her hakkı tanımlar. Tarihte örneği ise -kral ama filozof olmayan- Caligula’dır: atı senato üyesi yapmıştır. Ancak filozof zihin ki aslında Platon bize bilginin yönetici olmasını salık verir ve burada bir parantez açılır ki kişi kendiyle çelişen bir karar vermiş olur. Eğer ki bilgin kişi ehil olanı devlet başına yönetici olarak görmüşse yönetim şekli ister cumhuriyet, ister monarşi, ister olgarşi olsun hüküm sahibi en bilgili olanı başa getirmekten geçer. Buna Plütokrasi deriz. Bakınız filozof okulları başkan seçerken kıdem ve bilgiye dayalı başa geçişler yaparlardı.. Adalet bir alışveriş değil, tamamıyla masumiyeti aramaktır. Ancak algımız adaleti bir terazi olarak simgeler ve kefelerin eşitliğinin adalet olduğunu kafamızda yer ettirir. Bu adalet değildir. Adalet doğa yasalarına boyun bükmek ve bu şekilde yaşamaktır. Sen hiç ahlaka uygun bir kötü durum gördün mü? Ahlaka uygun değilse adalete de uygun değildir. Örnek verecek olursak biri senin evini soydu diye sen başkasının evini soyma hakkına sahip olamazsın. O zaman şöyle demek çok doğru olmaz mı? İyi bir şey her zaman ahlaka uygundur ve yine bu iyi şey aynı zamanda adaletlidir. Burada koşul iyi olmaktan geçer. Yasalar ise insanların gelecek kaygılarından ve güvensizliklerinden ortaya çıkmıştır. Ahlaka uygun olan doğa yasalarıdır. Ancak diğerleri tedbir, korunma vs. gibi durumları simgeler. İlk insandan beni yasalar vardı. Sen benim karıma dokunma bende senin karına dokunmayayım ya da sen benim malımı çalma bende senin malını çalmayayım. Buradaki en akılda kalıcı olan şey yasaların manevi mana taşıması onlara uyulmasını kolaylaştırır. Örneğin Lykurgos Sparta halkına bu şekilde yasaları öğrenmelerini salık verir ve yasaları koyar ki koyduğu yasalar 15 kral boyunca değiştirilmez. Bu da aslında sözlü yasanın yazılı yasadan daha iyi işlediğine kanıt sayılabilir. Sokrates öncesi 7 bilge de dahil olmak üzere Thales’ten Zenon’a kadar bütün filozoflar doğa bilimi, astronomi, fizik gibi konuları ele aldılar ve bu uğurda yaşamlarını sonlandırdılar. Sokrates ayrı mana katıp felsefeye ahlak ve akıl ekledi. Ona göre iyi bilgi iken kötü ise cehaletti. Aristokles yani Platon’da Sokrates öğrencisi olduğuna göre ve Devlet adlı kitabın Sokrates konuşmalarının bir özeti olarak varsayarsak elbette iyinin yani ahlakın her bölümde dile gelmesi çok olağan olacaktır. Ki yukarıda zaten belirttik iyi olan ahlaklıdır diye. Gyges’in yüzük anlatısı da adaletin çok iyi bir zıt görüşlü diyalogudur. Emile Zola’nın da dediği gibi “insan kötülük etmiyorsa fırsat çıkmadığındır,” cümlesi bunun özetidir. O halde şunu demeliyiz. İyi olmak için her şeye sahip olmalıyız. Eğer ki her şeye sahip olamazsak o kişiye iyi demek mantık dışıdır. Örneğin güç sahibi birinin mazluma acıması, örneğin zengin birinin parayı bölüşmesi, elinde silah olanın düşmanını öldürmemesi bir nevi iyi tanımına girebilir. Yani iyi olmak için tam olmak gerekmektedir. Aski halde iyi olmak zorunda kalırız ki, bu rol yapmaktan öteye varmaz. Şimdi sence doğa yasası ile senin deyiminle adliye yasasının arasındaki farkı görebildik mi? Uzatmadan söylemek gerekirse düzen değiştirmeyi planlıyor ve bilgeliğin en iyi yönetici olduğunu bildiğin halde bunu değiştirme gereği duyuyorsan gelecek kaygısı içerisindesindir. Ciddi oranla da kendinle çelişiyorsundur. Hali hazırdaki yasalar yani doğa yasaları zaten insanların refah içerisinde yaşamaları için yeterlidir. Bizans imparatoru Justinyen bunun en iyi örneğidir. Kendisi kendi menfaatleri için bir dizi yasa çıkarmıştır. Ancak kaosa sürüklenmekten kendini kurtaramamıştır. Ve siyaset için en güzel sözü İsokrates söylemiştir; “iktidardan daha zengin değil daha şerefli ayrılmak gerek.” Bu hususta yasa dahi çıkaracak olursak eğer öncelik devletin bekası ve milletin refahını düşünmekten geçtiğini bilmemiz gerekmektedir. Son olarak şunu da söylemek isterim ki; genel olarak insanlar hırsızlık yapmıyorsa tanrıdan korkutuğundan değil polisten korktuğu içindir. Bu da ayrı bir yasa örneği :) Yasanın olmaması için toplumun aşırı derecede iyi ve bilinçli olması gerekmektedir. Böyle bir toplumda herkes üzerine düşen görevi layıkı ile yaparsa yasalara da gerek kalmayacak ve yazılı yasalar silinip gidecektir. Bu şekilde küçük toplumların şuan hala dünya üzerinde olduklarını bilmek bile yarına ümitle bakmayı gerektirir. Aşağıdaki yorumlarda üniversitelerin amaçları hakkında söylediğim şeyin hala gerçek değer olduğunu tekrar söylemek isterim. Akademia’da dahil bütün bu kurumların tek amacı vasıflı insan değil sağlıklı insan yetiştirmektir. Şimdi konu buraya sapınca ise böyle bir ütopyada bilge kişinin başa geçmesinin herkese yarar sağlayacağı ortadadır. Aksi olursa düzen bozmak hatta diğer yönetim şekillerine zemin hazırlamak olur. Devlet kitabında bahsedilen yönetim şekli ise Plütokrasi’dir.
UKALA KRALİÇE okurunun profil resmi
Aklın ziyan görmesin, kitabı bende okuduğum için incelemeni (hiç sıkılmadan) sonuna kadar okudum .Önemli olan bir çok şeyin altını çizmişsin ve çokta güzel detaylı bilgi vermişsin. Şu an düşündüm ben bu kitaba inceleme yazabilirmiyim,. Hayır. Böyle bir yapıta birşeyler söylemek için alt yapı olması lazım.Ya tabiki olmasa da söylenir söylenmesine ama sencileyin ki gibi olmaz bu.Kitabın içine girmişsin . Güzel insan seni tebrik ediyorum.
Tayfun okurunun profil resmi
Sende yazmalısın. Hatta yaz, bekliyorum ben :)
1 sonraki yanıtı göster
Namütenahi okurunun profil resmi
Oturdum yorumunuzu tek tek okudum. Emeğinize sağlık harika şekilde yer vermişsiniz her detaya
Tayfun okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Yorumunuz beni mutlu etti. Keyifli okumalar dilerim.
Zilan okurunun profil resmi
Kitabı bitirdikten sonra yerine oturmayan bazı kısımlar vardı, bu güzel incelemeniz sayesinde daha iyi anladığımı hissediyorum. Emeğinize sağlık, teşekkürler!
Tayfun okurunun profil resmi
Zaman ayırdığınız için ben teşekkür ederim. Muazzam bir kitap okumuşsunuz, dilerim daha iyilerini de okursunuz.
Yonca Karalamaci Baysal okurunun profil resmi
Harika bir inceleme olmuş. Elinize sağlık.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.