VAROLUŞSAL BOŞLUKTAN ANLAM ARAYIŞINAKitap okumanın zamanı yokmuş, yeni anladım galba.
İki sayfa okuyup, gelen misafirlere ikramda bulunduktan sonra tekrar kaldığım yerden devam ederken kavradım bunu...
Yok öyle kitap okumak için mekan oluşturmak, boş zamanı beklemek..
Bizlik şeyler değil bunlar, mutfakta masanın üzerinde, sen kahve hazırlarken sana bakıp göz kırpan kitaplar, yaşama ayrı bir güzellik, ayrı bir anlam katıyor (muş) ..
İzin verirseniz bu kitap hakkında bir inceleme yazmak istiyorum..
Niçin bu cümleyi kurdum biliyor musunuz? Viktor Frankl'ın bir hikayeyi okuyucusuna aktarmadan önce kullandığı o 'izin verirseniz' girişi, onun ne kadar naif bir yapıda olduğunu gösterdi bana. Bir yazara böyle nezaketli davranışlar ne kadar da güzel yakışıyor.. (:
"İnsan, sıradan bir şey, bir nesne değildir; nesneler birbirini belirler ama insan nihai anlamda kendini belirleyen bir varlıktır. Mevcut yetilerinin ve çevrenin sınırları dahilinde, olduğu kişi neyse, onu kendinden yaratmıştır, örneğin toplama kamplarında, bu yaşayan laboratuvarda ve bu sınav alanında, yoldaşlarimızdan bazılarının domuz gibi, bazılarının da aziz gibi davran-
dıklarına tanık olduk. İnsanın içinde her iki potansiyel de vardır ve hangisinin gerçekleşeceği koşullara değil, kararlara bağlıdır."
İnsan, bir yanı melek bir yanı şeytan olan varlık..
O, önünde iki yol olan yolcu. Biri iyi ve zahmetli, diğeri kötü ve kolay. Nefs ve vicdan arasında, arafta bir yaşam mücadelesi, bir anlam arayışı..
Ali Şeriati'nin bu noktada çok güzel bir benzetmesi vardır: "İnsan, doğru parçası üzerindeki "0" gibidir. Bir tarafında eksiler, diğer tarafında artılar. İki tarafa da kayma potansiyeli var." Seçim meselesi mi, fıtrat meselesi mi bilmiyorum, ancak insanin eksilere doğru kaydığında hayvandan daha aşağı bir konuma geldiği, artilara doğru yol aldığında bütün varlıklardan daha değerli bir konuma geldiği, izaha yer bırakmayacak şekilde ayandır.
"Varoluşsal boşluk temel olarak kendini can sıkıntısı durumunda dışavurur. İnsanlığın, bunaltı ve can sıkıntısından oluşan iki uç arasında sonsuza kadar mekik dokumaya mahkûm olduğunu söyleyen Schopenhauer’i anlayabiliriz. Gerçekte bugün can
sıkıntısı, bunaltıdan daha çok soruna yol açmakta ve elbette psıkiyatrisdere, çözüm bekleyen daha çok sorun sunmaktadır. Ve bu sorunlar giderek daha çok belirleyici olmaktadır, çünkü ilerleyen otomasyon, bir olasılıkla, ortalama çalışanın boş zamanında büyük bir artışa yol açacaktır. Bunun üzücü olan yanı, bu insanların, yeni kazandıkları boş zamanlarında ne yapacaklarını bilmemeleridir."
Ne yapacağımı bilmediğim zamanlar içerisindeyim.
Kimine göre işsizliğin verdiği artı zamanlar, kimine göre olağan olmayan duygudurum, kimine göre de maneviyat eksikliği...
Karışık yaşıyorum bunları. Bir kaçış, uzaklaşma çabası içerisindeyim. Kendi iç dunyamda bir cumhuriyet kurdum. Dış dünyanın kirinden sakınıyorum onu. Menfaatlerin, kayırmaların, çıkar peşinde koşan onursuzların, birilerinin selamiyla makam(!) edinenlerin, kardeşi zulüm altında inlerken, banane'lerle seyirci kalanların, samimiyetin eser miktarda bile kalmadığı, o yalancı dünyanın kirinden sakınıyorum o iç dünyamı..ütopyamı.. öyle işte
Adına BOŞLUK deyip konum edindim burayı. Karışmayın bana, burda çok iyiyim (:
Bu yazdıklarının kitapla ne alakası var, diye düşünebilirsiniz. Haklısınız belki, kendinizce.
Ama benim için öyle değil. Kendi kıyımdan geçtiğim nadir kitaplardan oldu bu kitap. Kimi zaman, ölüm kampında, yaşamak için bir anlam aradım, kimi zaman ölmek için zaman kolladım...
Benim bu çektiğim acılar, nasıl bir geleceğin temeliydi? Burda olmam, arkada bıraktıklarım için nasıl bir etki yada anlam ifade ediyordu? Onların çekeceği acıya talip olup bu ağır yükü omuzlamam mıydı, yaşama değer katan ? Ölmek isteyip, yaşamak için çaba harcarken bir paradoksta mıydım? İnsan olmanın trajedisi miydi hissettiklerim?
Neydim? Bunların bir ifadesi, bir anlamı var mıydı?
İşte tüm bunlara cevap ararken, özgürlüğün güneşine merhaba derken buldum kendimi...
Sahi özgürlük neydi?
“özgürlük.” Bu sözcüğü kendi kendimize tekrarladık, ama anlamını kavrayamıyorduk. Bu sözcüğü yıllar boyunca o kadar çok kullanmış, buna ilişkin öyle çok hayâl kurmuştuk ki, anlamını yitirmişti. Gerçekliği bilincimize işlemiyordu; özgür olduğumuz gerçeğini kavrayamıyorduk."
İnsanı, varoluşsal boşluktan, bir anlam arayışına çıkaran şahane bir eserdi. İnanın o 170 sayfasını öyle sindire sindire okudum ki, zannedersiniz dünyada eşi benzeri yok. Aslında zan degil, gerçek...
Benim için, bir psikologtan ziyade, bir psikopat olan Viktor Frankl'a teşekkür ederek incelememe son vermek istiyorum. Tabi 'izin verirseniz' (:
Kitapla kalın, keyifli okumalar