Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

282 syf.
10/10 puan verdi
"Matmazel Albertine gitti!"
Yeryüzündeki en korkunç şey nedir bilir misiniz? Sonunda her şeyin alışkanlık halini almasıdır. Karşısında kendimizden geçtiğimiz şeylerde bile bu böyledir. Erich M. Remarque Albertine Kayıp'ı serinin diğer kitaplarından ayıran en belirgin etmen, anlatıcının geçmiş, şimdi ve gelecek arasında kurduğu ilişkide acı ve hesaplaşmayı temel almasıdır. Alışkanlığın prangasından koparak geride bıraktıklarıyla yüzleşen 'farklı' bir anlatıcı çıkar karşımıza. İnsanlar, şehirler ve zihnin imgelemlerinde karşılık bulan hatıralar ile yüzleşilecek, zamanın eskitemediği şeylerin ilk görüntüsü, 'şimdi'nin tutsaklığından kurtaracaktır. Anlatıcı sanal ve gölge icabı bir karakter olur; gerçeğin öznesi Marcel'in perspektifiyle okurun kendisi, yani yaşamındaki devinimleridir. Kayıp Zamanın İzinde'deki karakterlerin gündelik hayatta karşılaştığımız profillere yakın olması, romanın göstergelerini alımlamaya yol açmasıyla beraber okuruna zaman şeridini tekrar süzgeçten geçirmesini sağlar. 'İnsan, ahlaki değerleri farklı çok sayıda insanı içinde barındırır.' minvalindeki cümleyle benzeşen Robert Stevenson'un tezini alıntılayalım: "Her geçen gün, kısmen keşfettiğim, zihnimin hem ahlaki hem de düşünsel yönleriyle feci bir enkaza dönüşmeye mahkum olduğum gerçeğine giderek biraz daha yaklaştım: Aslında insanoğlunun bir değil, iki benliğini vardı." Hayatımızda yer edinmiş ve ediniyor olan insanların benliğimiz üzerindeki etkileri bununla ilgili bir durum. Bir dilin oluşum sürecinde rol alan göçebe topluluklar, konakladıkları coğrafyalardan ağız yoluyla türettikleri kelimelerin bugünlere kadar taşınması, dilin, değişen zamanın ve coğrafyadaki konumunun da etkisiyle bir bütün haline geldiğini, parçalarını mekandan aldığını gösterir. Bir kelime bile zaman içinde dönüşerek nasıl bir bütün haline geliyorsa, insan da kendisi fark etmeksizin yaşadığı çevrenin, mekanın, doğanın ve insanların vasati bir biçimi haline geliyor. İnsanın; lüksün ve sefilliğin, acımasızlığın ve merhametin, ihtirasın ve sakinliğin... Yaşadığımız çevre, dil, din, ırk gibi değerleri seçme şansını hiçbir insanın elinde bulunduramaz, doğuşumuzla birlikte ya kaderin getirdiklerine biçim verme gayesinde oluruz ya da derin bir uykuda bırakarak onları öteleriz. Her iki seçenekte de şeylerin yansımasından bağışık kalamayacağımız kesin gibidir. Giovanni Papini'nin dediği gibi, İnsanlardan ne kadar uzaklaşsak da bizde görünmeden yaşamaya devam ederler. O halde farklılıklardan meydana geldiğimizi, bir bütünün ruhunu taşıdığımızı söyleyebiliriz. Var olan koşulların egemenliğine teslim olan bir insan, kendini mekandan men edeceği için, hayal gücü imgelem eksikliğiyle karşılaşmış olur. Proust bu durumu şöyle açıklar: "Hayal gücü bilinmedik bir durumu canlandırmak için bildik unsurlardan yararlanır ve bu yüzden de, bilinmedik durumu canlandıramaz." "Sadece anlık görüntülerden oluşan bir dizi halinde var olmak, bir insan için müthiş bir zaaftır şüphesiz; ama aynı zamanda müthiş bir güçtür de; bu kişi hafızanın ürünüdür ve belirli bir anın hatırası, daha sonra olup biten her şeyden haberdar değildir; hafızanın kaydettiği an ve onunla birlikte şekillenen kişi varlığını sürdürür, yaşamaya devam eder, üstelik bu parçalanma, ölüyü çoğaltır." İşte Kayıp Zamanın İzinde'nin en sıkı alıntılarından. Bergson okunduğunda, Tanpınar okunduğunda buradan farklı anlamlar çıkar. Kayıp Zamanın İzinde, uzun cümlelerin yanı sıra niteliği ve atıf zenginliğiyle geniş bir yelpazeye uzanan bir roman. Ne kadar tamamıyla anladığınızı zannerseniz zannedin, alımlamanızın bir yanı her zaman eksik kalacaktır. Her şey eşleştirmelerden, anlatıcının ilişkilendirdiği nesnelerden ibarettir. Öyle ki Marcel'in, Albertine'i unutabilmesi için bütün mevsimleri unutması gerekmişti. Venedik'te bekletilen anne ve trene aldırış etmeden O sole Mio'nun ezginlerine kendisini kaptırarak geçmişin hüznünü anımsayan Anlatıcı, anneannenin kaybıyla küçük Marcel'in de hafızadan silinişi, çaya batırılan kurabiyenin, tadılan ilk an'ı tekrar yaşatması, bir pencerenin sırf annenin mutlu anlarına tanıklık ettiği için hafızada özel bir yer teşkil etmesi gibi zihnin imgelemleriyle anlam kazanan geçmiş zaman, an ile bütünleştiğinde 'yakalanan'lar arasındaki yerini alır. Kayıp Zamanın İzinde simgelerle çevrili bir roman, Albertine Kayıp ise serinin karakterize edilmiş halini en geniş biçimiyle sunar. Acı ve yüzleşme her şeyden güzel anlatılır. "Istırap insan psikolojisine, psikoloji biliminden çok daha derinlemesine nüfuz eder." cümlesine ulaşmadan bunu fark etmek mümkün. Yaşanılanlar bir film şeridi gibi hatırada şekillendiğinde, geçmişin anlık, belirli ve bulanık görüntüleri anımsandığında, onlara yeni anlamlar yüklenir ve acının anımsanacak tekrarları yok olmaya başlar. Romanın ilk yarısı anlatıcının kâbusu yaşamasıyken, ikinci yarısı kâbustan uyanışın, insanların, nesnelerin ve şehirlerin yitirilmesiyle alışkanlığın perdesinden sıyrılarak gerçeği yakalayabilen bir benliğin portresi çıkarılır karşımıza. "Ben alışkanlıkların insanıyım." cümlesi gerçeği örten bir göstergenin gölge olmuş halidir sadece. Yine Marcel'e göre, "Alışkanlığı ne kadar benimsemiş olsak da bizden kopması boşluk yaratır ve bu boşluğun gizli bir alemi vardır, mantıkla açıklanamaz." Alışkanlık aynı zamanda hatıralarla, yaşanmışlıklarla, güzel anılarla süslenmiştir, ancak zaman ve mekandan günün birinde kopacak olan insan bir şeye bağımlı kalmamalı, gerçeklerle yüzleşmesini bilmelidir. Bu ancak sıradanlığın düğümleri çözüldüğünde gerçekleşir, en basitiyle her gün yürüdüğümüz yoldan, her zaman gördüğümüz manzaralardan, sürekli iletişim halinde olmaktan kurtulamadığımız insanlardan, binaenaleyh alışkanlığın sınırları içine giren şeylerin griliğinden farklı bir yol izlendiğinde, işte o zaman özgürlüğe giden yolda bir insanın bulunduğunu söyleyebiliriz. "Hayata bağlılığımız, başımızdan nasıl atacağımızı bilmediğmiz eski bir ilişkiden başka bir şey değildir. Gücünü sürekliliğinden alır. Ama bu ilişkiyi koparan ölüm, bizi ölümsüzlük arzusundan kurtarır." Bir şeyin gerçekliği, o şeyin hüküm sürmediği zamanlarda anlaşılır/ mı? Kalın kişisel gelişim kitaplarını devirmeye lüzum yok, işte bu eser, net olarak bu sorunun cevabını yüzümüze çarpıyor. Ne kadar muazzam bir yerde olduğumuz, sırlar ve gizemlerle dolu gezegenin mefhumlarından habersiz yaşamlar göstergelenir okura. Alışkanlıkların akışına kendimizi bıraktığımızı, ölümleri sıradan karşılamamızı, savaşın büyük yıkımlarını gördüğümüzde zayıflamış empati duygumuzun cansızlığını, zamanın hiç olmadığı kadar çabuk tükeniyor oluşunu fark edemeyişimizi; envai çeşit gökkuşağı ve cehennemin içinde yaşadığımız için onların ne kadar büyük olaylar olduğuna dışarıdan bakamadığımızı ve nasıl birer birer sıradanlaştığımızı gösterir, fark ettirir. Bir şehir, bir insan, bir nesne geride kalır ve insan tek gerçek olan ölümlülüğün, sanatın ve acının bilincine varılan adımı atmış bulunur, artık sahnede Marcel değil, okurun kendisi ve yaşamı vardır.
Albertine Kayıp
Albertine KayıpMarcel Proust · Yapı Kredi Yayınları · 20202,177 okunma
··
1.228 görüntüleme
Eylül Türk okurunun profil resmi
İnsanın insan üzerinde ki tesiri ile ilgili cümlelerinizi okurken, kitapların da insanın içinde ki insanlar gibi, derin ve köklü değişikliklere vesile olduğunu düşünmeden edemedim.Ya biz farketmeden o okuma listelerinin biçimlendirdiği, şekil verdiği bir kimlik geliştiriyorsak...Yaşadığımız çevrenin etkilerinden günün birkaç saatinde kitaplara kaçabiliyoruz, ya artık kitaplardan, içimize, nefes almaya çıkmanın vakti geldiyse?.. Proust'un 'ölüyü çoğaltma' tabirine bayıldım Sergen Hocam :) Ve kesinlikle hak verdim, an içimizde çoğalmasaydı, zihin akıp giden veri akışından, zamanı hissedemez olurdu. Bazen birini, yahut bir şarkıyı dinlerken, alakasız bir mekânı buluruz içimizde, ya da okuduğumuz eseri, ilginç bir zeminde seyrederiz, çağrışımların bilgeliğine hep inanmışımdır bu yüzden...Düşünce insana, zaman içinde zamanlar behşederken kim bir saati bir gün, bir dakikayı bir saat mesabesinde yaşamadığına inandırabilir kendini? Alışkanlıklardan kurtulmanın en iyi yolu, yeni alışkanlıklar edinmektir derdi bir hocam :) En feci alışkanlıklardan biri, kaskatı -kalıp hâlinde -bünyemizde barınan önyargılar :) Bu bu ise, budur, şu şu ise şudur anlayışı...Üstelik bu ölü anları zihinde yeniden varetme imkânı da yok maalesef... Yine çok keyifli bir Sergen Özen tahliliydi...Marcel Proust ne kadar Proustsa, siz de o kadar iyi bir okuyucusunuz :) Vaktiniz zeval bulmasın.
Cdamlas okurunun profil resmi
İncelemenizi okumak çok aydınlatıcı oldu, teşekkürler. Yazınızda geçen Robert Stevenson ve Giovanni Papini'nin sözlerini nereden alıntıladığınızı hatırlıyorsanız paylaşabilir misiniz?
Sergen okurunun profil resmi
Merhaba, teşekkür ederim. Dr. Jekyll ile Bay Hyde ve Gog kitaplarının alıntısıdır.
1 sonraki yanıtı göster
KÂRA SEVDAM•• okurunun profil resmi
Gerçekten mükemmmel bir kitap
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.