Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

92 syf.
9/10 puan verdi
·
34 saatte okudu
Kan görüyorum... vahşet görüyorum... :)
Cemiyetimizin ennn nadide üyeleri KADINLAR :) Hadi biraz karşı cinse işkence uygulayalım da stres atalım. Tırnaklarını falan çekelim mesela kerpetenle ya da kafalarına balyoz indirip beyinlerinin pekmezini akıtalım :) Hattaaa deneysel ne yapılacaksa onlar üzerinde test edip, hayvan haklarını koruma üzerine bir devrim gerçekleştirelim :) Yok yok kesmedi bunlar.. Hepsini gaz odalarına doldurup kökten yok edelim. İşte bahar temizliği hissi veren o his :) Tamam tamam. Ciddi oluyorum. Valerie Solanas, Amerikalı, feminist ve biraz da haklı gerekçeleri olan bir yazarımız. Haklı dememin sebebi benim de erkek düşmanı olmam ya da 'tek cinsiyet'ten oluşan bir dünya hayalimin olması falan değil. Çünkü 'çok şükür' ki ben küçükken baba tacizine uğramadım ya da itaatsiz, haşarı bir çocuk olduğum için dedemden kırbaç yemedim. 15 yaşında evden kaçmadım ya da adamın birinden hamile kalıp annelik denen kutsal duyguyu hiçe sayarak dünyaya bir çocuk getirmedim. Hatta çok çok başarılı bir öğrenci olmama rağmen sırf yaşamak için dilencilik ve fahişelik yapmak zorunda kalmadım. Tüm bunları yaşarken üstüne edebiyat ve sanata dair çalışmalar içinde olmadım. Bunları okumak bile insanı kötü etkiliyor di mi? Peki tüm bunları yaşamış olmak bir kadına neler hissettirir? Hangi empati taşıyabilir bunca yükü? Ben aşırı uç fikirleri savunan ya da seven biri değilim ama insan ister istemez düşünüyor, yaşadıklarımız bizi günün birinde katil olmaya iter mi ya da insanlara (cinsiyet farketmeksizin) karşı acımasız duygular beslemeye yönlendirir mi? Kesinlikle evet. Kimse doğuştan gelen bir can alma dürtüsüyle ya da birine zarar verme arzusuyla yaşamıyor. Eğer bu derece keskin duygulara sahip olmuşsa bir insan hayatına bakmak yeterli olacaktır. Tabi ki bu sav katilleri, canileri, tacizcileri haklı çıkaracak bir gerekçe değildir. Kimse bir bahanenin ardına sığınmasın. Fakat suç oranlarının giderek arttığı şu zamanda, bunun önüne geçmenin tek önemli yolu cezaların ağırlaştırılması değildir. Suçu ortadan kaldıracak merciden ziyade suça meydan bırakmayacak, doğmasının önüne geçecek bir toplum oluşturmak gerekir. Toplumda temelde ailelerden doğduğuna göre işin çekirdeğine inmek gerek. Sağlıklı bireyler, sağlıklı bir toplum döngüsü içinde suça yer bırakmayacaktır. Sağlıktan kastım da tabi ki ağzımızda maskeler tentürdiyot içen bir nesil değil. Her anlamda doygunluğa ulaşmış bir nesilden bahsediyorum. Bunun içinde başta sağlık, barınma, ekonomi ve cinsellik gibi temel ihtiyaçların giderildiği bir nevi Maslow'un piramidini tamamlamış en üstte de kendini gerçekleştirmiş bir insan modeli düşünün. Düşünemediniz tabi çünkü bu da ütopik bir sav olarak sadece bu incelemede yer alacak :) Çünkü her şey birbiriyle o kadar bağlantılı ki, beynin kılcal damarları gibi bozuk olan bir alan beyinde hemen bir arızaya sebep oluyor ya da tamamen beyin ölümüne sebep oluyor. Toplumun ölümü de bunun gibi. Eğitimi, ekonomisi, sağlığı ya da herhangi başka bir alanda olan bozukluk aslında tüm sistemi kötü etkileyen bir hastalık doğuruyor. Nihayetinde her gün cinayet, tecavüz, hırsızlık, sahtekarlık gibi nice haberler duyuyoruz. Velhasıl Valerie Solanas, bu kitapta ziyadesiyle asıp kesmiş ama ben onu bu düşüncelerinden dolayı suçlu göremiyorum. Doğduğumuz aileyi, toplumu, coğrafyayı ne yazık ki seçemiyoruz. Hoş seçiyor olsaydık bu sefer de başka sorunlar olurdu. Canımız sıkılır çünkü :)... Merak eden olursa diye Valerie Solanas'ın hayat hikayesine dair kısmı da şuracığa bırakıyorum: """valerie solanas, 9 nisan 1936'da, new jersey'de, louis ve dorothy bondo'nun kızı olarak dünyaya gelmiş, talihsiz bir çocukmuş, çok küçükken babasının cinsel tacizine uğramış, annesiyle babası 1940'lı yıllarda tam olarak bilinmeyen bir tarihte boşanmışlar, valerie annesiyle birlikte washington'a taşınmış, annesi 1949'da red moran'la evlenmiş, valerie, katolik okuluna gönderilmiş ancak buraya devam etmek istememiş, isyanı ve itaatsizliği yüzünden dedesi onu kırbaçlamış. 1951'de, henüz 15 yaşındayken, evden kaçmış, bir denizciden hamile kalmış, bu çocuğun bir kız olarak doğduğu biliniyor, bütün bunlara rağmen valerie 1954'de liseyi bitirmeyi başarmış ve üniversiteye girmiş; college park'taki maryland üniversitesi'nde psikoloji okumaya başlamış. valerie'nin üniversitede çok parlak bir öğrenci olduğu biliniyor, bu yıllarda geçinmek için bir hayvan laboratuvarının psikoloji bölümünde çalışmış, daha sonra minnesota üniversitesinde yine psikoloji üzerine bir yıla yakın çalışmış. okulu bitirdikten sonra fahişelik yaparak ve dilenerek hayatını sürdürmeye başlamış, bu sırada sokakta yaşıyormuş, onu o döneminde tanıyan fahişeler, emektar daktilosuyla damlarda uyuduğunu anlatıyorlar, bir yandan da yazdığı oyunları arkadaşlarıyla kahvelerde oynuyormuş. bunlar, sanatta yeni yeni ortaya çıkan çeşitli modern eğilimleri yansıtan oyunlarmış, bu arada da a.b.d.'yi dolaşıyormuş. 1966 yılında greenwich'te kıçınıza girsin adlı oyununu yazmış, oyun, kendi ifadesiyle, "erkek-düşmanı bir fahişe ve dilencinin yaşadıklarını" anlatıyor, "bir versiyonunda, kadın adamı öldürür, bir diğer versiyonunda anne oğlunu boğazlar." 1967'nin ilk aylarında valeriescum manifesto'yu yazar. scum, erkek doğrama cemiyeti (society for cutting-up men)'nin başharflerinden oluşur... valerie bir yandan fahişelik yapıp dilenirken, bir yandan da scum manifesto'nun el yazması kopyalarını satıyormuş."""
Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu
Erkek Doğrama Cemiyeti ManifestosuValerie Solanas · Sel Yayıncılık · 20181,183 okunma
··
2 artı 1'leme
·
112 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.