Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

877 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Şaban oğlu şaban
Kitabın kendisine gelmeden yazarı hakkında birkaç söz etmek istiyorum. Yazar, Orta ve Güneydoğu Avrupa'yı dilencilikle ve benzeri işlerle fazlasıyla dolaşmış gezgin bir serseri gibidir. Bir süre banka memurluğu da yapmış lakin buradan ayrılıp gazetecilik ve yazarlık yapmaya başlamış. İçkiye oldukça düşkün olan yazar meyhane meyhane gezip buralarda anlattığı hikayelerle hem adını duyurmuş hem de buralarda Aslan Asker Şvayk'ta bahsedeceği birçok gerçek yaşam hikayesi dinlemistir. Yazar, 1. Dünya Savaşı için askere alınmış ve kısa süre sonra ise Ruslara esir düşmüş. Esaret sırasında Bolseviklere katılmış daha sonra yurduna yani yeni kurulan Çekoslovakya'ya dönmüştür. Ayrıca anarşist bir yapıya sahip olan yazar savaştan önce İmparator aleyhinde işler yapmaktan birçok kez hapse de atılmıştır. Yurda döndüğünde ise kendisini Aslan Asker Şvayk'ı yazmaya adamış lakin erken yaşta ölerek bu eserini tamamlayamamiştir. Elimizdeki bu roman normalde dört cilt olarak düşünülmüş ancak yazarın ölümü nedeniyle üç cildi tamamlanabilmis vaziyettedir. Romanda yazar, oluşturduğu karakteri Şvayk ile dünyanın gördüğü en büyük savaşlardan birisi olan Birinci Dünya Savaşı üzerinden savaşa yergilerde bulunmaktadır. Ama öncelikle Şvayk karakterine değinelim: Şvayk, eskiden orduda bulunmuş lakin aptal olduğu belgelenerek askerden uzaklaştırılmıştır. Sokak köpeklerini insanlara cins köpek diye satmakla geçimini sağlamaktadır. Meyhanelere takılıp burada boşboğazlık yapmaktadır. Şvayk'ın diyaloglarını okuduğumuzda gerçekten "Ne kadar aptal ama bir o kadar da saf, masum biri," diyor insan ancak öte yandan ise yer yer oldukça akıllı sözler etmekte ve davranmaktadir. Bundan dolayı roman boyunca okur, Şvayk'ın aptal mi olduğu yoksa aptala mı yattığı arasında gidip gelmektedir. Tekrar savaşa yergi veya savaş karşıtlığı temasına gelelim. Şvayk kitabın başında meyhanedeyken barmenle konuşur savaş hakkında, Ferdinand öldürülmüş ve savaş kapidadir. Barmen, esnaf olduğunu ve bu konuda hiçbir şey konuşmayacagini, yoksa başına iş geleceğini ısrarla ifade eder. Aslında barmen üzerinden sıradan halkın olası savaş atmosferinin altında yaşadığı korku yansitilmiştir. Gerçekten de öyledir, savaşın s'si duyulduğu vakit, ortalıkta sizi hemen hain ilan edecek ve bu yüzden de sizi ihbar edecek insanlar ortaya çıkarlar. Onlar bunu yaparken vatansever ve milliyetçi olduklarını gerekçe olarak gösterirler ve savaşın da her zaman zaten ulvi, yüce bir gerekçesi olmuştur. Aynı zamanda her savaşta tüm taraflar kendilerini haklı olarak görürler veya hükümetler/devletler halka öyle gördürürler. Basını kullanarak halka sadece kendi istediklerini haberleri verirler ve böylelikle halkı manipüle ederler. Öyle ki İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar, Sovyetler Berlin'e girene kadar Moskova'yi işgal ettiklerini zannediyorlardı. Yine birçok Alman, ülkelerindeki toplama kamplarından ya tamamen habersizdi ya da buraların oldukça insani ve haklı gerekçelerle inşa edildiğini düşünüyorlardi. Yine Almanlar, o zamanlar içlerinden savaşa hayir diyenleri ihanetle suçluyorlardi. Bu sene Oscar'a aday gösterilen Jojo Rabbit filminde Hitler Almanya'sinda büyümüş bir çocuk merkeze alınmıştı. Çocuğun annesi savaşın yanlış olduğunu ve kendilerinin haksız olduğu ve bu nedenle de Hitler'den kurtulmak için çalışan bir örgüte üye olduğu anlaşılmaktadır. Yani o zamanki Almanların çoğu için o bir 'hain'dir. Neyse çocuk kahramanimiz yanında hayali arkadaşı olarak Hitler'i bulundurmakta, sürekli Yahudilere karşıt şeyler söylemektedir. Yani çocuk özelinde dönemin Almanya'sinda halkın ve özellikle çocukların, gençlerin beyinlerinin nasıl yikandigi başarılı şekilde gösterilmiştir. Şvayk'ın zamanında teknoloji henüz o kadar gelişmediği için henüz ordunun 'klavye bölüğü' bulunmamakta, haliyle de 'klavye askerleri' de bulunmamaktadır. Ancak Şvayk'ın zamanında oturduğu yerden savaş naraları atan, savaş güzellemeleri yapan ama bunları özellikle savaşın s'sini bilmeden salt kendilerine yapılan propaganda ve tarih güzellemeleri neticesinde yapan tipler bulunmaktadır. Şu an artık teknoloji gelişti ve şükürler olsun ki klavye bölüklerimiz ve klavye askerlerimiz bulunmaktadır. Bu askerler o kadar yetkindirler ki, Tonya'da evinde otururken Ş.'deki düşmanı 140 karakterlik tweetiyle alnının ortasından tak diye vurabilmektedir. Sonra Tayseri'de bulunan bir başka klavye askeri Tonya'daki askerin yaptığının altında kalmak istemez ve hemen her biri 140 karakterlik tweetlerden oluşan bir floodla İ.'den M.'ye kadar olan geniş alanı düşman askerlerinden temizlemektedir. Tabi bunları gören ve şevke gelmiş olan Korum'daki bir başka Klavye askeri yer misin yemez misin diyerek dört nala klavyesini sürerek klavyesini yerinden koparır, pardon yani K.'ye girerek oraya bayrağı diker. Tabi bunları gören Kozgat'taki bir başka klavye askeri 'zekice' bir hamle ile bunların önüne geçmek isteyerek asıl düşmanın içimizde olduğunu g.'den salladığî komplo teorileriyle ve cok cok gizli antlaşmaların çok çok gizli maddelerine dayanarak ortaya koyduğu gerekçelerle savaşın çok çok büyük bir oyunu bozduğunu ancak bunu içimizdeki hainlerin baltalamaya çalıştıklarini söyleyerek; gazetecilerden pazarda don satanlara, don satanlardan memuriyetim yanar diye yazdığı tweeti on saniye sonra silerek dünya rekorlar kitabına giren memurlara, bu memurlardan Kptt Mozambik birincisi olup ancak oldukça 'hakkaniyetli' bir mülakat sistemiyle atanamadigi için işsiz ve biçare halde bulunan gencin ana avrat düz kayan temalı tweetini ve daha nice buna benzer Tweet, Facebook paylaşımı, İnstagram hikayelerini ve de sokakta don diye bağırarak subliminal mesaj veren doncuları ifşa ve ihbar ederek vatani kurtarmaktadir. Tabi, bunca mücadele sırasında üzücü haberler de gelmektedir. Tayseri'deki klavye askeri r tuşuna fazla sert bastığı için r tuşunu çokertmiş, Tonya'daki klavye askerinin parmaklarinda kreclenme meydana gelmiş, Korum'daki klavye askeri yemek yemeyi unuttuğu için evinde ölü olarak bulunmuş, Tozgat'taki klavye askeri ise klavyesini söküp üstüne binerek balkondan aşağıya düşmüştür. Bununla birlikte, Korumlu ve Tozgatlı klavye askerlerinin, Tiyanet Kurumu Başkanı tarafından cennetin en güzel köşesinde yedi bin odalı saraylarda oturacaklari açıklanmıştır. Tiyanet Kurumu Başkanı demişken Şvayk bir süre orduda askerleri kutsayip cepheye göndermekle görevli bir papazin yanında bulunmuştur. Neyse Tiyanet Kurumu tarafından pes peşe gelen duyurularla savaşın ne kadar kutsal bir şey olduğu, savaşta ölmenin ne kadar büyük bir nimet olduğu, binbir emekle ve cefayla büyüttukleri evlatları genç yaşlarinda ölünce ailelerin asla ve kat'a yese kapılmamalari gerektiği bilakis bundan kıvanç ve mutluluk duymalari gerektiği halka anlatılmıştır. Tabi, bu duyurularin ardından falanca ilin filanca köyünde inşaatı süren bir şubenin yapımı için bağışlarin haftalik ibadetlerin ardından toplanilacaginin da altı ince ince çizilerek ifade edilmiştir. Ayrıca Tiyanet Kurumu için Telazıg'da birkaç bin odalı bir saraycik inşa edildiği haberi de halk tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmış, bu haberi halka yeni yapilmis olan bir Anaokulu Dini Eğitim Kurumu açılışında veren Tiyanet Kurumu Başkanı, ailelerden ayrıca en az yedi çocuk yapılmasının gerektiğini ve kadınların asla ve kat'a annelikten kacmamalarini, kadının asli hatta yegane görevinin çocuk dogurmak ve -burası biraz utanmis ve kısık sesle- tabiki insan doğası gereği kocasını tatmin etmek olduğunu ifade edip konuşmasını Korum ve Kozgat'ta kaybedilen klavye askerlerine dualarla bitirmistir. Şvayk'ın Birinci Dünya Savaşı sırasında askeri olduğu Avusturya- Macaristan İmparatorluğu, eski görkemli günlerinden uzaktır. Nitekim kitapta sık sık yanlış animsamiyorsam Osmanlı'nın tarihinde yaşadığı en büyük bozgunlardan biri olan Zenta Bozgunu'nun mimari Prens Eugene sık sık anilmaktadir askerler tarafından. Bu durum her halkta yaşanır, bizde de. Özellikle biz, en zor durumlarimizda hep Mustafa Kemal Paşa'yı büyük bir özlem ve hayranlikla anariz, onun göstermiş olduğu başarıları, verdiği emirleri birbirimize ve kendi kendimize söyleyerek içinde bulunduğumuz kötü durumdan bir an olsun sıyrılmış gibi hissederiz. İşte bizde Mustafa Kemal Paşa'nın yarattığı etkiyi Avusturya ordusunda Prens Eugene yaratmaktadır. Avusturya- Macaristan İmparatorluğu da diğer imparatorluklar gibi artık devrinin sonuna doğru gitmektedir. Yazarın sıkı bir Çek milliyetcisi olması ve Çek halkının imparatorluk içinde asli unsur olarak görülmeyi bırak, aksine yok sayıldığını ve hakir görüldüğünü Şvayk'ın insanın yüzünü güldüren üslubuyla komutanları ve diger askerlerle konuşmalarında anlamaktayiz. Şvayk'ı kendi aptallığı yüzünden düştüğü askeri mahkemelerde Almanya gibi askeri yapı üzerine bina edilmiş Avusturya- Macaristan İmparatorluğu'nun artık yargısinin da askeriyesi gibi bozulduğu gösterilmektedir. Bu bölümlerin geçtiği yerde bir askeri savcı çok iyi resmedilmis ve adaletin kalmadığı veya köhnediği her ülkede bu tarz savcıların olabileceğini hissediyoruz ilgili bölümleri okurken. Bu savcı, dosyalarını karıştıran, işine gereken ehemmiyeti vermeyen biridir. Kaybettiği dosyaların yerine ilgili davaya kendi kafasından deliller ve kanıtlar koyarak yani sallayarak yeni bir dosya oluşturup kafasına göre hiç tanımadığı insanların kaderiyle oynar. Tabi, buradaki savcı sistemin köhnemiş bir üyesidir ama kasıtlı, planlı bir kötülükten çok kendi iş bilmezligini örtbas etmek için bu işleri yapmaktadır. Mozambik'te ise yakın zamanda ne savcılar ne garip dosyalar eşliğinde ne işler yapmışlardır da neyse bosverelim onları. Roman benim biraz izah etmek istediğim gibi Aslan Asker Şvayk'ın, savaş öncesi, savaş sırasında ve esaret yılları(burası yok malesef, yazar öldüğü için tamamlanamamis) sırasında yaşadıkları ve bunların mizahi ve oldukça gerçekçi, samimi anlatimiyla geçmektedir. Bu sırada savaşın olumsuz yanları farklı açılardan insanın yüzünü tebessüm ettirerek işlenmektedir. Aynı zamanda okurlara, yeni bir çağın eşiğindeki dünyaya eski çağa ait bir İmparatorluğun içinden son bir bakış ve tahlil etme imkanı sunulmuş diyebiliriz. Yazarın üslubu oldukça samimi, açık ve mizahidir. Kendi hayatının da halkın içinde, aşağı tabakalar içinde geçmesi, halktan birçok hikayeler dinlemis olması nedeniyle diyaloglar gayet gerçekçi ve samimidir. Tabi bu noktada çevirmeni de takdir etmek gerekiyor. Çok başarılı bir iş çıkarmış gözüküyor. Bunlarla birlikte ben özellikle ilk bölümü çok beğendim. Sonraki bölümlerde ise begenim giderek düştü diyebilirim. Bunda ilk bölümün daha dolu dolu olması ve yazarın romanı hikayeleriyle fazla bölmemesi etkili oldu. Çünkü ikinci ve üçüncü bölümde kurguyla çok ilgili olmayan daha çok yazarın "bunu da anlatmış olayım," isteğiyle yazılmış hissi veren karakterlere anlattirdigi birçok uzun hikayesi bulunmaktadır. Ancak bunlar genele vuruldugunda romanı begenmeme mani olmamıştır. Aslan Asker Şvayk benim aklıma Şaban Oğlu Şaban'i getirdi. Hatta Şvayk'ın konuşmalarında bazen gözümün önüne Şaban'i getirdim ister istemez. Özellikle komutaniyla olan diyalogları Şaban ile Şener Şener'in canlandirdigi Komutan Hüsam'i aklıma getirdi ve ekstra keyif aldım. Tamamlanamamış bir eser ve edebi olarak yer yer eksikleri olmasına karşın, savaşa, otokrat bir yapıya karşı yergileri, duruşu ve de tarihte dönüm noktası olan bir savaşın olduğu döneme bir bakış olmasi açısından okunulmasi gerekilen bir kitap olduğunu düşünüyorum Aslan Asker Şvayk'ın. İyi okumalar
Aslan Asker Şvayk
Aslan Asker ŞvaykJaroslav Hasek · Can Yayınları · 2019742 okunma
··
399 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.