“Şems! Ey seyyarelerin en tekinsizi! Çarpacak bir
beni mi buldun? İyi ki beni buldun. Hoş âmedî!
Hoş âmedî! Seni arıyordum Şems! Ama dağıla
dağıla. Seni bekliyordum Şems!
Ama savrula savrula…
Allah’ım beni Şems ile yarala! Öyle yarala ki akan
gözyaşlarım cehennemi söndürsün. Ağlamaktan kör
olup görmesem de cennetini. Sen varsın ya!
Şems, Kimya’nın yüzüne doğru eğilirken,
pencereden bir ışık huzmesi süzüldü odaya.
Oda göz kamaştıracak bir şekilde ışıkla dolmuştu. Bir
gül kokusu yayıldı odanın her yanına.
Kimya başını pencereye doğru çevirdi. Hemen
ayaklarını dizlerine, dizini ise karnına doğru çekti.
Tıpkı bir bebeğin anne karnında durması gibi. Kimya
yatağın içinde doğrulmaya çalıştı.
Tebessüm etti. Dudağından;
“Efendimiz… Efendimiz…”
Başı yastığın sağ ucuna düştü.”
Herkes kendi yüreğinin diline uygun kitaplar okur.
Bu kitapta okuyucu, içinin içtenlikle dolu sesini
duyacaktır. Her bir bakışı ömrünün
Şems’ini arayan, her bir adımı özünün aşk kapısını
aralayan, Kimya’nın sessiz ağıtına
aşkın gözyaşları ile katılan,
o saf yüreklerini okuyacaklar.