Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

88 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
"Ama neden birbirimizi bu kadar yanlış anladık? ..."
Uzun zamandır dikkatimi çeken yazara sonunda bu kitabıyla başlamak istedim. Açıkçası ilk defa için yanlış kitap olabilir diye düşünmedim de değil. Ama benim gibi hiç okumayanlar varsa tereddüt etmeden bu kitapla başlasınlar bence. Sayfa sayısı az olsa da yazarın tarzını anlamak ve düşüncelerimi sorgulamak için yeterli oldu diyebilirim. Diğer kitaplarında olduğu gibi varoluş üzerine aforizmaların bulunduğu, güzel bir kitap. Bununla birlikte kitaptaki esas karakterler aslında
Simone de Beauvoir
Simone de Beauvoir
ve
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
da diyebiliriz. Hayatında çok önemli yeri olan Sartre’ ın ve kendisinin zamanla değişen fikirlerini gösteriyor bize yazar. Bunu yazarak anlatmakta da oldukça başarılı olmuş. Simone de Beauvoir, 1966-1967 yıllarında kaleme aldığı, anlatı türünde olan, uzun öykü "Moskova’da Yanlış Anlama"da yaşlanma yolundaki emekli öğretmen çift Nicole ile Andre'nin Moskova' ya yaptıkları bir seyahatte kendi hayatlarını ve sevgilerini sorgulamalarını anlatıyor bize. "Üçüncü bir kişi" olan Macha bu sorgulamaların tam merkezindedir. Peki bu sorgulama neden ve nereden başlıyor onların hayatında? Anlatılmak istenen esas konu bu. Yalnız kitaptaki kahramanlar değil, biz hepimiz yaşamımız boyunca kendi düşüncelerimizi, sevgimizi, ilişkilerimizi sorguluyoruz. Ama bir sonuca varamıyoruz pek çok zaman. Çünkü sonunda yine kendimizi kandırıyoruz. "Durumlara kendini kandırmadan bakma cesaretini göstermek gerekir." Bunu yapabilen ne kadar insan vardır gerçekten? Çok az. Çünkü kendini kandırmak kadar kolay bir şey yok hayatta. En zahmetsiz iş belki de. Yazar yaşlanmaktan bahsediyor. İnsanların kabul etmediği, yüzleşmekten kaçtığı "yaşlanmak". Ama her insan yaşlanır, bunda abartılacak bir taraf yok ki, diyebilirsiniz. Hayır, o kadar da kolay olmuyor maalesef... Artık eskisi gibi hayattan zevk alamadığınız zaman, geriye dönüp baktığınızda bunları gerçekten ben mi başardım? dediğiniz zaman kolay olmuyor yaşlanmak. Etrafınızda herkesin ne kadar mutlu, dinamik, neşeyle yaşadığını görünce de pek iyi olmuyor yaşlanmak. Bence tecrübe arttıkça mutluluk azalıyor birçok insan için. Artık daha fazla sorguluyor her şeyi, insanların yaptıklarını, yapmadıklarını, kendi yaptıklarını ve "yapamadıklarını". Sorgulamak güzel bir şey tabi ki. Ama eğer sorgulamanız sizi sonunda yine bir neticeye değil de sorulara götürüyorsa bir yerde hata yapıyorsunuz demektir. İşte bu hatayı bulmak mesele. Kitaptaki kahramanımız Andre daha çok hayattan zevk alan biri. Ya da kendini öyle olduğuna inandırmış biri de olabilir. Bu seyahat onun için bir değişiklikten çok problemlerden kaçma gibi aslında. Belki günlük hayatından uzaklaşırsa, yıllar önce gezdiği yerleri yeniden görürse daha iyi olur diye düşünüyor. Ama hatıralar bir türlü peşini bırakmayınca ve bu yerlerin artık eskisi gibi olmadığını görünce bu düşüncesi mümkünsüz oluyor. Neden uzaklaşmak istiyordu Andre? Bu yaşamın monotonluğu olamazdı. Çünkü bir çok insan bu şekilde yaşıyor ve herkes sıkılınca başka bir yere gidemiyor. O zaman başka nedeni olmalı, daha farklı bir neden. İşte bu nedeni biz onun kendi düşünceleriyle baş başa kaldığı zaman anlıyoruz. Çünkü o sevildiğinden emin değildi ve uzun yıllar da emin olamamıştı. " Hayatım boyunca sevilmeden yaşamışım!" diyerek hep kendinde hata arıyordu. Ama hakikaten de sevilmedi mi Andre? Orasını da onun karısının düşüncelerinde görüyoruz. Nicole ne istiyordu peki? Onun asıl beklentisi neydi hayattan? Kendisi yıllarca diğer öğretmen arkadaşlarının yaşlanmalarına acıyarak bakmıştı. Ama birden kendinin de artık onlar gibi yaşlı olduğu gerçeğini kabullenmek zorunda kalmıştı. Çevresindeki herkes onun hiç değişmediğini, her zamanki gibi göründüğünü söylemişti ona. Peki bu gerçek miydi? Tabi ki hayır. Uzun yıllar ona tecrübe kazandırmak ile beraber hem de artık daha hareketsiz ve hevessiz biri olmasına sebep olmuştu. Trajik bir şekilde geçen zaman onu artık korkutuyordu. "Yıldan yıla bilgisi arttığı halde, kendini daha da cahilleşmiş buluyordu. Etrafındaki anlaşmazlıklar, zorluklar, çelişkiler çoğaldıkça çoğalıyordu." Bu yüzden o da artık kendi sevgisinden de, eşinin sevgisinden de emin olamıyor, her küçük harekette başka bir anlam arıyordu. Sonsuz bir boşluk oluşmuştu içinde. Her şeye bakınca bu boşluğu görüyordu. Kendi düşüncelerine inanıyor ve diğer tarafın da bu düşüncede olduğuna inandırıyordu kendisini. Ve bunlar da sonunda büyük bir "yanlış anlamaya" sebep oluyor istemeden de olsa. Aslında kendi yaşamlarımızda da bu "yanlış anlamalar" oldukça fazla. Biz kendimiz de kafamızda yarattığımız sebeplere inanarak bir çok şeye başka açıdan bakıyoruz. Belki ben yanlış anladım, belki öyle söylemek istemedi, bu hareketinin başka nedeni olabilir diye demiyoruz hiç. Ve hem kendimizi yıpratıyoruz, hem de karşı tarafa nefret etmemize sebep oluyoruz böylelikle. Neden her düşündüğümüzü sadece söyleyerek açıklığa kavuşturmuyoruz? Kendi şüphelerimizi yok etmiyoruz? Çünkü kendimizi kandırmak daha kolay. Aksine inandırmak daha zor. Sadece düşünüyoruz, konuşmuyoruz. Böyle devam edersek hiçbir zaman doğru anlamayız hayatı... Hatıralardan bahsediyor yazar bir çok yerde. Hatıralar her zaman bize mutluluk verir mi? Ya da mutsuzluk verir mi? Neden verir peki bu mutluluğu ve ya mutsuzluğu? "Anıların güzel olanı da kederli olanı da insanı hüzünlendirir." diyor Dostoyevski. Güzel hatıralar insanı neden hüzünlendirir ki? Çok garip geliyor insana bu cümle. Ama hüzünlendirir. O güzel anılara sebep olan insanlar artık hayatınızda olmayabilir. Ya da artık kendiniz o anılardaki insan olmayabilirsiniz. Bunlar olmasa da hüzünlendirir. İnsan her zaman bir neden bulur nasıl olsa. Bildiğim kadarıyla yazarın önem verdiği bir konu olan kadın ve erkek düşüncelerinin farklılığını da çok güzel anlatmış bize Simone de Beauvoir. Kadının daha çok neler üzerinde düşündüğünü, nelere önem verdiğini görüyoruz kitap boyunca. Erkeklerin belki de üstünde durmayacağı bir mevzuda kadın ne kadar derine gidebilir, ne anlamlar çıkarır kendince. Ama bazen bu anlamlar hakikaten de fazla olabilir bence) Diğer bir konu "Kıskançlık." Nedir kıskançlık? İnsan neden kıskanır bir başkasını? Belki kendinde olmayan bir şey vardır onda; güzellik, para, başarı, şöhret... ve gençlik. Bu öyle bir kıskançlık sebebidir ki, artık elde edilemez. Bir daha elden giderse geri dönemez çünkü. Nicole bu yüzden mi kıskanıyordu eşini kendi kızına? Kendisi artık onun gibi genç olmadığı için mi kabul etmiyordu bu yaşlılığı? Ve yazarın en önemli düşüncelerini burada gördüm ben. Aslında sevgisinden şüphe etmiyordu kahramanımız. Sadece kendinde olmayan özellikleri bir başkasında gördüğü için kıskançlık hakim kesilmişti ona. Ne kadar belli etmemeye çalışsa da, sonuna kadar başarılı olamıyor galiba bu konuda. Sıkılmak. Niye sıkılır insanlar? Ne sebep oluyor bu sıkılmaya. Kitabın sonuna doğru yazar bunu da gösteriyor bize. Gerçekten sıkılmış olamazlar mı kahramanlarımız? Belki uzun yıllar birlikte yaşamak onlara zor geliyor artık. Daha farklı insanlar tanımak, farklı alışkanlıklar edinmek, uzaklaşmak iyi gelir belki onlara. Günümüzde çok önemli sorunlardan biri sıkılmak. Anlaşmazlıkların, kavgaların, hatta boşanmaların bile sebebi olabiliyor sıkılmak. Sıkılmamak için ne yapmalı peki insan? Aslında bu duyguyu yok etmek çok zor bence. Belki sevdiğimiz insanlardan, yerlerden uzaklaşmalıyız ya da her zaman yaptıklarımızı değiştirmeliyiz. Ama bununla bile geçmeyen sıkıntılar da var tabi ki. Ve bu hayatımız boyunca devam edecek. Sadece bazı dönemlerde daha az sıkılmak için çabalamak kalıyor insana. Kitaptaki bir başka konu ise karakterlerin gezilerinde S.S.C.B ve batının karşılaştırılması. Bunu da yazar oldukça iyi, okuru sıkmadan anlatmış. Hem kapitalizmin, hem de sosyalizmin insanların hayatını nasıl etkilediğini görüyoruz bazı yerlerde. Arka planda verilse de dikkat çekiyor eleştirilerle. Yazarın edebiyat tutkusu zaten sevenlerine malum. Bu kitabında da onu görüyoruz. Yarattığı kahramanın kitaplara karşı sevgisinde sanki kendini gösteriyor bize Simone de Beauvoir. Bu yerlerini kısa olsa da sevdim ben. Çiftimiz bir sonuca varabiliyor mu? Sorunlarını konuşarak hallediyor mu? Yoksa bu yanlış anlamalar sürüp gidiyor mu? Bunları kitabı okuduğunuz zaman kendiniz göreceksiniz. Zaten anlatımı oldukça güzel ve kısa bir kitap. Mutlaka okuyun. Ve yazara başlamam için önemli bir sebep olan #74493310 bu güzel inceleme için
Demet
Demet
, Sana çok teşekkürler :) Keyifli okumalar...
Moskova'da Yanlış Anlama
Moskova'da Yanlış AnlamaSimone de Beauvoir · Yapı Kredi Yayınları · 2019419 okunma
··
367 görüntüleme
Demet okurunun profil resmi
Öncelikle kalemine, emeğine ve güzel yüreğine sağlık, bu nasıl güzel bir ifade biçimi hayran kaldım.. kendimden çok fazla şey buldum okurken. Beauvoir favori yazarlarımdan biri olmaya doğru gidiyor, onun hem gerçekliğinde hem hayal dünyasında çok fazla şey beni çekiyor. Kendi yörüngesini aşan eserleri ve çalışmalarıyla ölümünden sonra bugün bile birçok insanın hayatını etkilemeye devam ediyor, benimki de dahil olmak üzere tabi. :) Onun bu dolu felsefi entelektüel birikimini okumak benim için her zaman heyecan verici olarak kalmaya devam edecek, umarım daha fazla kişiye ulaşır ve onu gerçekten anlayabiliriz. Ayrıca incelemende belirttiğin “güzel anılar insanı hüzünlendirir” derken aslında ne kadar hislerimize tercüman olmuş Dostoyevski, fazlasıyla doğru.. Asıl ben teşekkür ederim incelemen için, bu kitabını okumadım en kısa zamanda okuyacağım. :)
Röya Abraham okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim, beğenmene sevindim :) Evet, sadece bir kitabını okumama rağmen ben de hayran kaldım yazara şimdiden. Ne kadar fazla sorular oluşturuyor insanın kafasında. Ve diğer kitaplarını da mutlaka okumalıyım diye düşünüyorum.. Aynen, Dostoyevski her zaman tercüman oluyor zaten hislerimize.. Bence sen de çok seveceksin. Şimdiden keyifli okumalar :)
2 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.