Gönderi

“HABERLER. Otuz yaşında bir kadın, onunla evlenecek kadar deli bir adamı asla bulamayacağını söyleyerek kendisiyle alay eden komşusunu öldürdüğü gerekçesiyle tutuklandı. Katil, yaşlı kadına birkaç kez vurduktan sonra hâlâ biraz nefes aldığı için onu kemeriyle boğdu. Ben de olsam aynısını yapardım.” “Büyükannem, Oy kullanma, araba sürme, seyahat etme, şikâyetçi olma… artık kadınların hakları var, diye karşılık verirdi ve bundan memnuniyet duyardı. Bizim zamanımızdaysa sadece evlilik vardı, işte o kadar! Bizde diğer her şey ve üstüne bir de evlilik var. Bekâr kalmaya hakkımız yok…” “Tek başına ölmek. Ahenk veren tek bir nefes olmadan geçen günler. Fırtınanın şemsiyenizi kırdığı akşam, yanınızda kimse yok. Doğa size karşı olduğunda, sıcak bir çay uzatan tek bir el bile yok. Sizinle ağlayacak bir erkek yok, öyle ya bazen sadece buna ihtiyaç duyarız: biriyle ağlamaya. Ve beden de yavaştan yaşlanıyor. Eskisi gibi eğilemediğini görünce şaşırıyor insan. Boynun iki yanında uzanan iki kol, kendi bedeninin üzerine uzanan bir beden arzusu ise olduğu gibi kalıyor.” “Buradakiler, orada yaşayanları sevmezler. Onların gözünde, vatan hainleri ile muhalefet aktivistleri arasında bir yerdeyizdir. Baş belası tipler. Namussuzlar. Alınmıyorum. Ben de böyleydim. Birkaç yıl önce, henüz başkent Cezayir’de yaşadığım sırada, ülkelerini orada yaşamak için pişmanlık duymadan terk eden ve bir pazar öğleden sonra bir nostalji atağına tutuldular diye birkaç günlüğüne evime gelen o insanları sevmezdim. Gebersinler, diye düşünürdüm o zamanlar. Gebersin, benimle göz göze gelmekten kaçınan polis memuru da böyle diyordur içinden. Çocukluk arkadaşım Amina’ya verdiğim sözü tutmak için gülümsedim. İddiasına bakılırsa biraz sevgi, ülkemizi şiddetten kurtarırmış; birlikte yaşamayı öğrenmek gerekirmiş, kötülüğe ve taşlara rağmen. Oysa pek çoklar, şu taşlar.”
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.