Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

481 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Huzursuzluk’tan sonra okuduğum ikinci Livaneli kitabıdır kendisi. Nedense daha önce Livaneli okumaya pek önem vermemiştim, keşke gereken önemi daha önce verebilseymişim. Geç olsun da güç olmasın demek düşüyor bu durumda bana Serenad'da beni kendine çeken bir öz var, nedeni de çözemedim. Kendimce kendimi daha çok hikâyenin ortasında hissetmemle alakalı olduğunu düşünüyorum. Gelelim kitaba, öncelikle kurgusu ve daha sonra da yazımıyla beni etkileyen bir eser. Yazarın sade ve akıcı bir yazımı var, okurken sizi boğmuyor sanki bir suyun akışı gibi. Ne dozundan fazla hızlı ne de yavaş bu da kitaba bir kendilik ritmi katmış oluyor. Konusu için sanırım söyleyebileceklerim daha fazla. Burada birçok duygu ve düşünceyi beraberinde getiren öyle bir hikâye var ki okumadan anlaşılmayacak gibi geliyor. Hikâye Profesör Maximilian Wagner’ın ve başkarakterimiz Maya Duran ile başlıyor. Ardından ucu üç kadınının geçmişini gözler önüne sürüyor. Sahiden kitabın ilk kısmından bahsedildiği gibi Maya sadece Maya değildi; aynı zamanda Ayşe, Nadia ve Mari’ydi. Aslında hepimiz öyleyiz, belki aynı olayların mağdurları değiliz ama birleştiğimiz bir nokta var: İnsanız. “Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan." O yüzdendir ki yabancı değiliz bu insanlara olmayacağız da. Yıllar geçse de hep böylesi mazlumların var olacağının düşüncesi kahrediyor beni çünkü iktidarlar, devletler ya da her nelerse acının kaynağı olmaya devam edecekler. Her zaman acı çekenler ise masum insanlar olmaya devam edecekler çünkü biz ayrışmaya ve ayrıştırılmaya yatkınız. Bir sınır çizeriz ve o sınır belirler birçok şeyi: Bizden olanlar ve diğerleri. İşte o diğerleri dediklerimiz yabancılaşır bizlere. Oysa ki ‘diğerleri’ de bizler gibi etten kemikten insanlardır. Unuturuz, unutturulur. Hakimiyet sahibi olan biz olmalıyız, diğerleri aşağı olandır. Aşağı olduğu için her türlü muameleye maruz kalabilir ne de olsa bizden değil çünkü o bir “Müslüman, Yahudi, Hristiyan, Kadın, Erkek, Beyaz, Siyah, Sarı, Çayı şekerle içen, Şekersiz içen, Yolun sağından yürüyen, Yolun solundan yürüyen…” Ayrışmak kolay, tahmin edemeyeceğinizden daha fazla. Peki ya bir olmak gerçekten bu zor mu ya bu kadar zor olmalı mı? Olmamalı ama oluyor. İnsan, insan olduğu için değerlidir. Bunu hiçbir şeyin değiştirememesi gerekir. Herkesin insanca yaşamaya hakkı varken böylesi saçmalıkların var olması acı verici. Hikaye bence tam olarak buna değiniyor. O gemide havaya uçanlar, trende ölümüne gidenler, techire edilenler, hepsi insan. İnsan. İktidarların yediği haltların bedelini insanlar ödüyor, acı hepsinde aynı çünkü acının kıyası olmaz. Sidik yarıştırır gibi acı, hüzün, korku, zulüm yarıştırmak aptallık değil de nedir bilemiyorum. Özellikle Necdet’in Ermeni olan babaannesinin yaşadığı acılara karşı anneannesinin acısını öne sürmesi tam olarak anlatmak istediğim. Mari’nin yaşadığı Maya’nınkinden aşağı değil, aynı şekilde Nadia’nın yaşadıkları da öyle değil. O vakit yarışı bitirip hepsine üzülebilmek, ortak olabilmek gerekir. Hepsinin acısına ortağız çünkü Maya da, Nadia da, Mari de, Max de biziz. Bizden değiller, bizler. Ben bunu bilir bunu söylerim. Daha fazlasını yazacağımı biliyorum o yüzden burada bu konuyu sonlandırıyorum. Sadece değinmek istediğim bir kısım var kitapta; Nadia ile Max’in kavuşması. O kısım beni derinden etkiledi, uzunca bir müddet yutkunamadım. Benim için anlamı fazla, kavuştular. Ne kadar istenilen kavuşma bu olmasa da. Umarım hepimiz bir gün tüm her şeyin ötesinde biz olabiliriz. Hep bunun hayali benimle olacak, olur ya da olmaz mühim değil. Önemli olan benim kendi sonumun yazarı olmam ve benim sonunda hep kavuşan bizler varız.
Serenad
SerenadZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 2020137bin okunma
·
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.