Elinin altında yalnızca küçük ölçekli bir harita vardı. Üzerinde Arıburnu bile gösterilmemişti. Bir elinde bu harita, diğerinde bir pergel ve kendisine kılavuzluk eden bir askerin eşliğinde, iki yüz adamıyla tepeye koştu. Zemin çamurluydu, bodur çalılarla kaplıydı ve derin dere yataklarıyla yarılmıştı. Adamları ona ayak uyduramıyorlardı. Tepeye vardığında, yanında sadece birkaç asker kalmıştı. Tam aşağısında, 400 metreden uzak olmayan son bayırın yarı yolunda Avusturyalıların öncü kollarının ilerlemekte olduğunu gördü.
Alay kumandanı adamlarını araziye dikkat etmeleri konusunda uyarmak için bir miktar arkada kalmıştı. Mustafa Kemal en yakınındaki üst rütbeli askere seslendi: “Bulabildiğin kadar asker topla, ilerle ve düşmana saldır!” emrini verdi.
57. Alay Birlikleri rüzgârdan ve sürekli tırmanıştan tükenmiş bir halde tepeye ulaştıkça, hepsini bizzat yeniden düzenledi ve ileriye sürdü. Bir topçu bataryası yetişti. ilk topun yerleştirilmesi işini kendisi yaptı. Sürekli ateş altında çılgınca bir enerjiyle çalışmaktaydı. Emirler gelmeden, sorumluluğu kendisi üstlenerek ikinci alayı da çağırdı, ateş hattına gönderdi.
ihtiyatlı olması konusundaki emirleri hiçe saymıştı. Sorumluluğu kendi üzerine alarak, tüm ordu ihtiyatlarını doğrudan savaşın içine sürmüştü; elde bir tek yedek bile kalmamıştı. Asıl saldırıya karşı koyduğuna inanıyordu. Eğer yanılmışsa ve asıl hücum bir başka yerde yapılıyor idiyse, bu hatası büyük bir felakete yol açacaktı. Fakat yanılmamıştı. içgüdüsü onu haklı çıkaracaktı. Ama onun içgüdülerinden hiçbir zaman kuşkusu olmamıştı, zaten.
O gün çarpışmalar, bazen coşup taşarak, bazen azalarak bütün gün boyunca sürdü. Avusturyalılar dağ yolunun üçte ikisini kat etmiş durumdaydılar. Türkler hızla tükenmeye yüz tuttular; 57. Alay’ın büyük bir bölümü imha edilmişti. iki Arap alayı kargaşa halinde ve her an bozulma eğilimindeydi; ancak Avusturyalılar da bitap düşmüştü. Her iki taraf için de ekstra beş yüz asker, çatışmanın o anda kazanılmasını sağlayabilirdi.
Karanlık çöktüğünde, tepe hala Türklerin elindeydi; Avustralyalılar ise, hemen biraz aşağıda tepenin yamaçlarına tutunmuşlardı.
Ancak, Mustafa Kemal beklemedi. Karargâhını doruğun birkaç metre gerisindeki kayaların arkasına kurdurtarak bütün gece ve ertesi gün, Avustralyalıları tepeye iyice yerleşmelerine fırsat vermeden denize kadar sürebilmek için durmamacasına hücum üzerine hücum düzenledi. Başarısızlığa uğrayan her hücumun ardından, bir yenisini hazırladı. Adamlarına cesaret vermek üzere sürekli ateş hattında bulunuyordu. Onların dinlenmelerini ve sıcak yemek yiyebilmelerini bizzat kendisi ayarlıyor ve sarsılmaz enerjisiyle onlara örnek oluyordu. Ne ki Avustralyalıları durdurmayı başardığı halde, dağın eteğinden onları denize sürmeyi başarması mümkün olamıyordu.
Conkbayırı’nın doruk çizgisi İstanbul’a giden yol üzerinde Çanakkale Boğazı’na hâkim kilit bir mevkiiydi. Boğazlar ve İstanbul düştüğü takdirde Türkiye’nin Almanya’yla bağlantısı kesilecek ve barışa zorlanabilecekti. Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan büyük bir olasılıkla ingilizlere katılacaklardı. Bunların sağlayacağı psikolojiketki, dünya çapında olacaktı. Rusya yolu açılacak ve Rusya’ya silah ve yiyecek gönderilebilecekti.
Avustralyalıların saldırıları ile bu dehşet verici olasılıklar arasında asık yüzlü, kararlı hali ve yorgun Türklerini Conkbayırı’nın dar zirvesindeki mevkilerinde sadece egemen kişiliğinin gücüyle tutabilen Mustafa Kemal duruyordu.