"Sizsiz ben yarım kalırım. Bensiz siz eksiksiniz..."İlk satırından son satıra kadar iliklerime kadar hissederek okuduğum bir kitap daha... Başka türlü inceleme yazamıyorum galiba kitaplara.
İçime dokundu her söz, her cümle...
Aysel'le birlikte yaşadım hayatını satır satır...
Melankolinin dibine battım battım çıktım...
Neden bu kadar etkilendim bilmiyorum. Bir kadın yazdığı, bir kadın yaşadığı için belki de...
Adalet Ağaoğlu'nun Dar Zamanlar üçlemesine çok tereddütle başladım aslında. Elim bir türlü gitmemişti okumaya. Ama ne büyük hataymış. Niye bu kadar beklemişim ki okumak için?
Bu sefer Aysel'le bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Çocukluğundan yaşlılığına kadar herşeyine, yaşamının her mahrem anına, sevincine, üzüntüsüne... herşeyine tanıklık ediyorsunuz.
"Ölmeye yatmak"la başladım Aysel'i tanımaya. Otel odasında ölmeye yatmışken bütün hayatını anbean gözden geçiren bir kadının çarpıcı hikayesi bu. Ölümün eşiğinde bile günlük yaşamın yükünden kurtulamayan bir kadının hikayesi...
Cumhuriyetin kurulmasıyla insanların nasıl değişmeye çalıştığını, eğitimdeki zorlukları, batıya ayak uydurma çabasını anlatıyor ilk kitap.
Okumanın hele bir kız çocuğu olarak okutulmanın ne denli zor olduğuna yakından şahitlik ediyoruz. Bir de orası bir köyse ve siz bir köy kızıysanız... Her şey çok daha zor...
Dündar öğretmeni tanıyorsunuz... Kentten köye ışık götüren aydın kuşağın ilk temsilcisi... Öğrencilerinin eğitimi için çırpınıp duran müthiş insan...
Yakın siyasi tarihimizle ilgili de detaylı bilgi içeriyor kitap. Hikaye içine öyle güzel harmanlanmış ki istemeseniz bile bilgi sahibi oluyorsunuz.
"Bir düğün gecesi"nde kocası Ömer ve kız kardeşi Tezel'in ağzından dinliyoruz olayları. Karakterleri çok iyi tanımaya başlıyorsunuz, duygularını, savruluşlarını derinden hissediyorsunuz. Çelişkiler, iç hesaplaşmalar... Bütün duygulara yer var bu kitapta...
Zengin bir işadamının (Aysel'in abisi İlhan) kızı ve bir generalin oğlunun düğün gecesinde olanlar anlatılıyor esasında.
70'ler Türkiye'si var bu sefer arka planda. Dönemin toplumsal yapısı irdeleniyor. Siyasal çalkantılar, bunların günlük yaşama yansımaları, tutuklamalar... Fikrini dile getiren, başkaldıran neredeyse herkesin tutuklanması... Türk aydını ve maruz kaldığı siyasi baskı... Diğer tarafta da iktidarla kol kola girmiş, sadece kendi çıkarları peşindeki iş adamları... ikiyüzlülük...
Ve "Hayır"...
"Hayır"da bizzat Aysel'ın ağzından dinliyoruz bu sefer hikayeyi. İnanılmaz akıcılıkla yazılmış bu kitap alıp sürüklüyor kendi içinde insanı. Acımadan hem de...
80'lerdeyiz bu sefer. Aysel'in yaşlılık döneminde. Yalnız bu sefer Aysel... Ömer'le boşanmışlar. Nedeni trajik. Anlamlandırmaya çalışıyor yaşadıklarını...
"Her şeyin bir anlamı bulunmalı. Kopuşların olduğu kadar, birleşmelerin de..." diyor Ömer'e.
Yaşadıkları içinizi acıtıyor. Ama göğüsleme biçimi kuvvet veriyor insana.
Her satırda içinde bir yalnızlık var bu kadının deyip durdum içimden. Bazen gözlerim doldu okurken. Acaba hiç mutlu oldu mu bu kadın? Hayatındakiler mi nankördü? Yalnızlık kendi seçimi miydi, yoksa yalnızlık mı onu seçmişti ? Gitmek isteyeni itmiş miydi daha çok ya da gelmek isteyenin önüne set mi çekmişti...
"Insanlar birbirlerinin hayatını yıllarca işgal ettiklerinde, orada neredeyse kök saldıklarında bile, selamsız sabahsız, hiçbir açıklama yapmadan çıkıp gidebiliyorlar. Sizse henüz eşikte bile değilsiniz..." diyor Aysel...
Cumhuriyet sonrası bir türk kadını nasıl büyümüş, neler çekmiş, kimlerle savaşmış adım adım tanık oldum. Biraz da üzüldüm. Yazık, hala aynı savaşı veriyor kadınımız, bugün bile aynı savaş aynı zihniyetle!
Türkiye'de aydın olmak hele bir de aydın kadın olmak ne kadar zormuş. Aydın intiharları ne çokmuş... Okudukça tüylerim ürperiyor... Mayakovski'yle tanışıyorum...
"Olay kapandı’ derler ya
işte bu da öyle,
Aşkın kayığı
günlük yaşama çarptı.
Ödeştim yaşamla."...
Ve sonra Cumhuriyet ile meşrutiyet arasına sıkışıp kalan insanlar... "Önceden bildikleri geçersiz ilan edilmiş, bir günde bilmeleri gerekenlerle henüz tanıştırılmış bu insanlar..." Aysel'in annesi Fitnat hanım gibi...
Aysel, "Anneciğim, sen ölme. Henüz yaşamadın ki." diyor annesine... İçim burkuldu bu satırları okurken...
Ve Engin... Aysel'in gençliğinde bir şeyler yaşadığı eski bir öğrencisi... Biraz da onun hayatına eğiliyoruz kitapta. Aysel'e aşık mı Engin?
" Sana sadece, "Hocam" diye seslensem, olmuyor. "Dostum" desem yetmiyor. Yalnızca sevgilim olsan, dünya bir yarım dünya. "Aşkım" demekte de bir yıpranmışlık var. Garip bir eskimişlik..."
Böyle bir ilişki onlarınki ...
"Aradığım salt bir kadın gövdesi değil. Beynimle de doymak istiyorum. İnsan iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırınca, iç dünyası zenginleştikçe, beyniyle de doymak istiyor." demisti hocasına Engin...
Yıllar sonra karşılaştıklarında ise hiçbir şey bıraktıkları gibi değildir. "Bizse, buz gibi ayrıldık... El sıkıştık, herkesin herkese yaptığı gibi, hiçbir yere değmeyen dudaklarla yanaklardan öpüştük."
Ama çok özlüyor Aysel'i Engin. Artık çok mu geç her şey için... Değerini mi bilemiyoruz insanların onlar yakınımızdayken... Kaybetmek şart mı anlamak için...
"Bakışların... Giderayak ne kadar yalnızdı! Seni büsbütün yalnızlastırdım...Özür dilerim Aysel, çok özür dilerim..."
Özürler kaybedilen zamanı geri getirmez ki... Ya da çekilmiş olan yalnızlığı azaltmaz...
Yenins'e tutunuyor Aysel. Yenins yani "yeni insan" onun bu zorlu yolculuktaki tek umudu, yaşama tutunduğu dalı, yol arkadaşı ...
"Sizsiz ben yarım kalırım. Bensiz siz eksiksiniz. İkimiz birlikte bütün ve yeni bir insan oluruz..."
İçinde bir savaş var Aysel'in... insanlara karşı kesin olamama, hayır diyememe savaşı... Yaşam biçimlerine karışılmasına, dayatmalara ve aslında istemediğimiz her şeye hayır deme savaşı ...
"Her durumda özgür kimliğimizi koruyabilmek ancak edimle söylenebilecek şu tek ve son söze bağlı: Hayır..."
Hayır! Bazen söyleyemediğimiz için, bazen de söylemekte geç kaldığımız için her şeyi değiştirme gücü olan bir kelime.
Söylemeyi öğrenmem çok zamanını aldı doğrusu. Öğrendim de ... Söylemesi artık çok zor değil belki ama anlaşılması da çok önemli. Hayır demek hayır demektir çünkü!
Türkiye'de kadın olmayı bir de bu kadından dinleyin. İnanın hiç ama hiç kolay değil.
Kolaylaştırmanıza gerek yok. Daha da zorlaştırmayın yeter!
Okurken bir arkadaşıma kalbimi bıraktım bu kitaba demiştim. Bıraktım gerçekten de. Gözlerim dolu dolu okudum birçok sayfayı...
Ve son...
Lütfen hayatı ıskalamayın. Günlerinizi yaşayıp, hızlıca yaşayıp geçmeyin. Her günü anlamdırın, sevdiklerinize sıkı sıkı sarılmayı ve onlara "seni seviyorum" demeyi unutmayın... Hayat düşündüğümüzden çok daha kısa çünkü..
Sevgiyle kalın...
Keyifli okumalar...