Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Mısır, Türk egemenlik alanı içinde bulu­nan bir ülkeydi; ingilizlerin burada hiçbir hakkı olmadığı halde, sınırı kapata­rak Türk subaylarının ve birliklerinin Türk topraklarında yaşayan Türklerin yar­dımına koşmasını engellemek küstahlığını gösterebilmeleri tam bir rezaletti. Ancak, yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Devam etmek zorundaydılar. Üç arkadaş orada ayrılıp, her birinin kendi başının çaresine bakmasına karar verdi. Mustafa Kemal bir Arap kılığına girerek batıya işleyen hafif raylı demiryolundaki bir trene bindi. Yalnızca birkaç kelime dışında Arapça bilmediği gi­bi, açık renk saçları ve mavi gözleriyle Arap’a benzemiyordu da. Sınır karakolundaki subay bir Mısırlıydı. iskenderiye’deki ingiliz kumandanından Mus­tafa Kemal’in eşkâlini ve onun tutuklanıp kendisine gönderilmesine ilişkin bir emir almıştı. Mısırlı subay, bir Müslüman’dı ve tüm Hıristiyanlardan olduğu gibi ingi­liz ve italyanlardan da -hiç ayrım yapmaksızın- nefret ediyordu. Tüm yakınlı­ğı ve sevgisi Türklerden yanaydı. Gene de aldığı emirleri tümüyle gözden uzak tutması mümkün değildi. Mustafa Kemal’in bir Türk olduğundan emin olunca, mavi gözlü bir başka yolcuyu tutuklayarak, Mustafa Kemal’i dualarla uğurladı. Mustafa Kemal Derne Limanı’ndan 25 kilometre kadar içerde yer alan Ayn el-Mansur’daki Türk karargâhına doğru yola koyuldu. Karargâhta çok iyi karşılandı. Büyük bir subay kıtlığı çekilmesinden baş­ka, bir önceki yıl yaptığı incelemelerden ötürü bölgeyi ve halkını iyi tanıması onu daha değerli yapıyordu. Binbaşı rütbesine yükseltildi ve kendisine Der­ne yönündeki bölgenin kumandanlığı verildi. Karargâhı Ayn-el-Mansur’daydı. Burada tüm cephenin kumandanı olarak Enver de vardı. Donanmayı arkalarına alan italyanlar, kıyı kentlerini ele geçirmiş ancak, içerilere sokulamamışlardı. Türkler, italyanların üzerine yürüdüler. Silahlan­mış tüm Kuzey Afrika topyekûn Türklerin arkasındaydı. Kutsal Savaş, cihat, ilan edilmişti. Hocalar halkı heyecanlandıran vaazlar vermekteydi. Libya’nın her yanından, Sahra Çölü ve Kufrah Vahası’ndan kabileler Hıristiyan işgalci­lere karşı Türklerin, Müslüman kardeşlerinin yanında yer almak üzere top­lanmaktaydılar. Dinsel fanatiklikle tutuşarak, Enver’i görmek üzere karargâha koşuyorlardı. Enver, ilgi odağı konumundaydı, İstanbul’daki Padişah ve tüm Müslü­manların halifesinin temsilcisi olarak gelmişti. Sünusi Şeyhi, onu ‘birader’ olarak çağırıyor ve savaşçılarını yolluyordu. Uzak bölgelerdeki Tuaregler ve Fessaniler bile gönüllülerini göndermekteydiler. Ve Enver onlarla nasıl ilişki kurulması gerektiğini iyi biliyordu. Yerleri ha­lılarla, çevresi ipek kumaşlarla süslenmiş büyük bir çadır kurdurdu. Burada büyük bir debdebe içinde şeyhlerle görüşmeler yapıyor ve yerde bağdaş kur­muş oturan vahşi Bedevileri dinliyordu. Dağınık durumdaki adamları kırk ki­şilik gruplar halinde çadırlara koydurup, onlara yemek pişirip işlerini göre­cek birer kadın tahsis etti. Her gruba üç Türk subayı verdi. Bedevilere iyi pa­ra veriyor, onları besliyor ve ölenlerin dul karılarına armağanlar yolluyordu. Sonsuz bir sabır, şefkat ve tükenmez bir enerjiyle, onlara savaş esini vermeye çalışıyordu. Bütün bunların bir sonucu olarak italyanlar kıyıya çivilendiler ve bir adım bile ilerleyemediler.
3 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.