Bayılıyorum Stefan Zweig kitaplarına, Zweig’nin bizi sessiz sedasız iç dünyamızla yüzleştirdiği cümlelerine... Gelelim kitabımıza... Ay Işığı Sokağı’nda baş karakterimizin Almanya'ya gidecek olan trenini kaçırması üzerine bir gün geçireceği Fransa'nın karmaşasından uzaklaşmak istemesine karşın daldığı ara sokaklardan birinde tanık olduğu iç acıtan bir olayı konu edinmiş. Cimri bir adamın karısını kaybetmesinden duyduğu üzüntü ve çaresizlik öyle güzel anlatılmış ki adamın iç çekişlerini yüreğimde hissettim. Baş karakterimizle olan konuşmalarını da oldukça beğendim. Son kısmı kaşlarım çatık bir şekilde okudum ve adama ciddi anlamda çok sinirlendim.
Zweig okuyacaklara tavsiyem, yazarın hayatını okumadan kitaplarını okumaya başlamayın. Önce neler yaşadığını okuyun ki kitaplarda karşılaştığınız duygularla bağdaştırın yazarı.
Gelelim Korku'ya... Elinizdeki kitap; boş cümlelerle, uzun ve yorucu tasvirlerle dolu değil, ilk sayfayla birlikte yine sizi içine çekiyor, bir süreliğine hayatla bağınızı koparıyor... Tek düze yaşamaktan, evliliğinden, çocuklarından, mevcut hayatından sıkılan ve heyecan arayan bir kadın ile karşılaşıyoruz kitapta.
Irene Wagner, avukat olan eşi ve iki çocuğuyla gösterişli bir hayat süren, maddi kaygı nedir bilmeyen bir kadındır. Bu rahat ve ışıltılarla bezenmiş hayattan sıkılan Irene, kendisini genç bir piyanistin kollarına atar. Ancak Irene'nin yaptığı kaçamaklardan haberdar olan bir şantajcı Irene'yi hayatını alt üst etmekle tehdit etmektedir. Sıkıldığı için kendini acınası bir maceraya atan Irene, şimdi sıkıldığı her şeyi kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. •