Bu taşranın nahif gecesi o zamandan beri hiç suça eğilim göstermeden bir köşede oturup kalmış ve insanın ufalanıp gidişini görmemek için icat ettiği karanlığa sarınmıştı. Şurası kesindir ki ak keçilerin yeşil yamaçtan indiğini hiç görmemiş ve Ekber'in keçilerle oynarken bile içinden geçtiği yoksunluğu bilmemiştir. Bir sigara yakıp karanlığına üfledim dumanı. Salı ziyaretini anlattığı sayfaya döndüm. "O dedeyi orada bıraktık, askerler daha çok kızdılar, herkese bağırdılar, anneme de bağırdılar, sonra karanlık, pis kokan yerlerden geçtik, yanımızda lastik değnek tutan bir asker vardı, çok korkuyordum, annemin de tuttuğum eli terlemişti, küçük bir yere girdik, camlar vardı önümüzde, sonra karşıda da camlar vardı ve annem bir telefonla karşıdaki adamla konuştu, adam yalandan güldü, el salladı, annem babana el sallasana dedi, adama el salladım, sonra asker bizi dışarı götürdü, dedeme sordum, sen niye gelmedin dedim, gözleri doldu, benim soyadım başkaymış dedi, beni kucağına alıp kahveye götürdü, giderken çeşmede elini yüzünü yıkadı, bakkaldan şeker aldı," diye yazmıştı defterin burasına, ilkokul yazısıyla. Belki üç-dört yaşında, babasını ilk ziyaret ettikleri günü. Ceren Teyze, daha önce de kucağında birkaç kez götürdüğünü anlatmıştı oysa.