Akli olan eylemlerin doğallıkla ve hücum edercesine gerçekleştiği özgürlüğün bu haline, Cahız isar demektedir. İsar akli olana muhabbet duymak anlamına gelir.
“Sigara?” diye sordu İhsan.
“Teşekkür ederim, bıraktım. Şimdi yine başlarsam…” İhsan, Melda’nın burnunun üst dudağına, üst dudağının alt dudağına, alt dudağının çenesine yaptığı kırılgan gölgeye baktı. “… en güzeli hiç başlamamak.”
“… Yoksa hiç adetim değil, bekletmek böyle.” “Sorun değil.” dedi İhsan, “Gelip geçenleri izledim.” Sigara tutan eliyle dışarıyı işaret etti, “Neyse ki hiç bitmiyorlar.”
Evliliğimiz ilk başlarda çok güzeldi. Reklamlardaki aileler gibi mutluyduk. Kahvaltılarda gülüyor, pazar günleri gazete kavgası yapıyorduk. Ama zamanla Figen’e ait her şey, Emel’i anımsatan bir başka şeye dönüştü. Figen’in elleri, gülüşleri, hatta gözleri bile değişti. İkimizin de sarhoş olduğu bir gece, Figen’e Emel diye seslendim. İşte o an sonsuzluğa doğru uzayan bir sessizliğin altında kaldık. Kolları boynumdaydı, yavaş yavaş açıldı. Emel’in kim olduğunu sordu. Saatlerce anlattım. ‘Ya bir gün gelirse?’ dedi, ‘Gelmez’ dedim, ‘Gelirse ne fark eder?’ diyemedim. Bu olaydan sonra evimiz bir daha eskisi gibi olmadı. Figen her gece bekledi. Binlerce sigara içti. Emel çıkıp da gelecek ve her şey sona erecek diye huzursuzca dolandı. … İki yıl sonra boşandık. ‘Bir başka kadın için boşanıyoruz hakim bey’ demişti mahkemede.
Net bir günü, net bir cümlesi olmadan başladı her şey; kendiliğinden, ağır ağır içimizde hasıl oldu. Zaten o dönemlerde, hayatımızı takvim yapraklarına kaydetmek gibi bir alışkanlığımız yoktu.
Onunla birlikte, geçmişte kalan eylüllerin başka günlerinde, başka yerlerde, başka mısırcıların önünde, yüzlerce Melda ve Murat daha durdu. Yüzlerce farklı şekilde güldüler, yüzlerce para üstü aldılar; binlerce, on binlerce mısır tanesi yediler.