Kesinlikle muazzam bir şaheser.Kitap belge ve hatirata boğulmuş üstelik dilide akıcı ve sade.Bu kitabı okuyup Ulu Hakanin merhametine,çalışkanlığına,zekasına,yenilikçilik ve muhafazakar dengesine hayret duymamak mümkün değil.Hem o dönem hakkında merakı arttıracak Hemde aradığınız soruları karsilaya bilecek muazzam bir eser.Diger 2 ciltini okumak için sabırsızlanıyorum.Ve araştırmacı olsun veyahut olmasın herkese öneriyorum baslangic ileri seviye fark etmek sizin herkesin okuyabilecegi bir eser.
Mustafa Armağan'ın kaleminden olan "Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı" olan bu kitap 3 seriden oluşmakta. Şu an sizinle paylaştığım ise serinin ilk kitabı. Beş bölümden ve birçok başlıktan oluşan bu kitapta yazarımız Sultan II. Abdülhamid Han hakkında merak edilen birçok konuya değinmekte.Benimde uzun süredir okumak istediğim fakat bir türlü okuyamadığım bir kitaptı. Nihayet nasip oldu, iyiki de oldu. Beklentilerimin çok çok üstünde bir kitaptı. Sadece bilgi yönünden değil, özellikle anlatım tarzı yönünden çok severek okuduğum bir kitap oldu.
33 sene Osmanlı İmparatorluğuna yön veren, Osmanlı'nın son büyük padişahı Sultan II. Abdülhamid Han'ı tanımak, anlamak ve yanlış bilinen birçok bilgiyi gözden geçirmek adına okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Tarihseverlere tavsiyemdir.
Keyifli okumalar dilerim.
Sultan Abdülhamid tahta geçtiğinde İngiliz Dışişleri Bakanı, kendisini tehdit etmiş; "Ayağını denk alsın, ona da öncekilere yaptığımızı yaparız." demişti. Çöküş için gün sayılırken, bu 34 yaşındaki adam, 30 yılını adayacağı bir icraatın düğmesine basıyordu. Ülkeyi bir barış dönemine sokarken, kazanılan zamanda demiryolu ağından eğitim yatırımlarına kadar bir dolu projeye imza atıyordu.
Kendisini feda etmişti ama 30 yılda yetiştirdiği nesil, Çanakkale'den Sina çölüne kadar emperyalizme karşı Akif'in deyişiyle "kıta kapma" oyunu oynayacaktı. "Kızıl Sultan" demişlerdi ona. Kendi açılarından haklıydılar. Çünkü Osmanlı'nın paylaşımını pahalıya getirmişti Avrupa'ya. Kansız olacağını sandıkları Osmanlı gövdesindeki ameliyat 30 yıllık gecikme sayesinde Avrupa'nın kanlı bir iç savaşına dönüşmüş ve bir dünya meselesi hâline gelmişti.
"Yatağından taşan bir nehre benziyoruz. Biz hiç de can çekişen bir millet değiliz. Canlı, kuvvetli bir milletiz. Bizi zinde tutacak olan yegâne kuvvet, İslâmiyet'tir."
"Avrupa memleketleri, yegâne kurtuluşun onların medeniyetini kabul etmekle mümkün olabileceğine dair garip bir kuruntu içindeler. Hâlbuki Müslüman Osmanlı kültürünün de, onlarınki kadar hükümran olmaya layık olduğu âşikârdır."
"Yerime geçenler beni o kadar temize çıkardılar ki, din ve devletime getirdikleri bunca felaketin acı hatırası olmasaydı kendilerine bunun için teşekkür bile ederdim."
Giden semerciyi derler, bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.
Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş:
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!