Göz, insanın duygu dünyasının dışarı açılan kapısıdır. Bundan dolayı duyusal iletişimde gözle temas esastır. Eğer bu yoksa, yine duyusal iletişim gerçekleşebilir, ama göz göze gelmediği için duyguların aktarımında engel vardır diyebiliriz.
Unutmayın; eğer çocuğunuz sizin için, “Her şeyimi onunla paylaşabilirim. Beni asla yargılamaz. Çıkış yolu gösterip içtenlikle rehberlik yapar.” diyebiliyorsa, iyi yolda olduğunuzu düşünebilirsiniz.
Anne- babasının da kendi gibi yanlış yapabildiğini, her şeyi bilmediğini gördükçe, “onlar da zaten benim gibi insanlar.” algısı oluşur çocukta. Böylece gözünde ebeveyni normalleşir. Onların karşısında kendini yeterli bulur, yakınlık hisseder. Tam tersi olduğunda ise çocuk araya mesafe koyar, anne-babasına erişemez ve onlarla aidiyet kuramaz.
Anne-baba çocuğunu yetiştirirken eğer günah ve ahlaksızlık faktörünü, “ Şimdi büyük günaha girdin. “ , “Harama bulaştın.” ,” Cehennemde yanacaksın.” gibi cümlelerle kullanıyorsa ; bu kez ben algısı “günahkar” tanımı üzerine oluşur. Büyüyüp dinini yaşayan, herkesin ahlaklı dindar diye tanımladığı biri olsa da o hep kendini “çok günahkar” hisseder.
Ruhu sağlıklı insanlar hayata olumlu bakar ve çevrelerine de pozitif enerji verirler. Eğer ebeveyn asık suratlı, neşesiz, enerjisiz, keyifsizse, çocuk böyle biriyle sevme sevilme ilişkisi içine giremez.
Sevme, sevilme, kabul görme, kendini değerli hissetme gibi duygular aidiyeti arttırırken, psikolojik iyileşmeyi de beraberinde getirir. Suçluluk, değersizlik, yetersizlik gibi hisler, aidiyeti ve iradeyi zayıflatır.