Hikaye, Veronique’in sinemada film izlerken bir sahnede arka planda kalan kulübenin üstünde, kendi genç kızlık zamanlarında kullandığı imzasını görmesiyle başlıyor. Bunun için dedektif tutuyor ve geçmişte yaşadıklarıyla da bağlantılı olarak bu süreçte başına gelenlerden bahsediyor. Spoiler vermeden anca bu kadar bahsedebiliyorum.
Kurguda hoşuma giden şu oldu:
Kadın(ın) başına gelen her şeyin kehanetlere bağlı olarak gerçekleştiğini sandı(m) ama son sayfalarda Lüpen abimiz her şeyi güzel bir plana oturttu. Bu kısım zekiceydi bence.
Ama… kitabın kapağında kocaman “Arsen Lüpen” yazıyor olmasına rağmen karakter, 336 sayfalık kitabın son 50 sayfasında geldi ve ben onu beklerken kurgudan koptum, ne yalan söyleyeyim. Yine, planı anlattığı zaman biraz toparladı ama Lüpen’siz bir hikaye olup da bu planı başka bir karakter yapsaydı, ben de beklentiye girmemiş olsaydım daha hızlı okuyacağıma eminim.
Bir de sanırım Sherlock ve Lüpen karşılaştırılıyor bayağı. Sherlock okumadım, izledim sadece (kitaplarında da aynı zekada olduğunu düşünüyorum) ve Lüpen’den bir kitap okudum ama ben Sherlock tarafını seçiyorum.