Ormanları ve güzel doğayı, her gece batan ve her sabah doğan, iyi günlerde ve kötü günlerde parlayan bu güzel güneşi izlerken; ağaçlara, denize, her daim yıldızlı olan geceye baktığımda, çaresizliğimin içinde sık sık: “Neden bunlar var oluyor?” diye kendime soruyordum.
"Bana yeniden yaşamam, insanların arasına karışmam gerektiği söyleniyor. Peki ama kırık dal nasıl meyve taşıyabilir? Rüzgarların kopardığı ve tozların içinde sürüklediği yaprak nasıl yeniden yeşerebilir? Peki bu genç yaşta bunca keder niye? Ne bileyim! Böyle yaşamak belki de kaderimde vardı... Yükü taşımadan bezmek, koşmadan nefes nefese kalmak... "
Artık ne gülüşlere, ne neşeye ve de mutluluğa inanın. Peki neye mi inanmanız gerek? "Mezara inanın, huzuru ihlal edilmez, ölümün uykusu da derindir. " Sonsuzluk! Bu sözcüğün altında ne dehlizler vardır.
Ölüm, hiçbir şey kalmayacak, karanlık, mezar ve sonsuz, hiçlik! Ah, yaşayıp çektiğim acıları çektirmek isterdim. Ah mutluluk nerede? O bir düş; iffet nerededir? Bir sözcüktür; ya aşk Hayalkırıklığı. Mezar nedir? Bilmiyorum, ama yakında öğreneceğim.