"Fatih`in soluk dudaklarından çıkan verem bir ses yarı karanlık çadırdaki ıssızlığı yardı. Hasta sayıklıyordu:
-Ahmet, zavallı Ahmet!
Nişancı Paşa küçük bir düşünce geçirdi ve gamlı gamlı mırıldandı:
-Kardeşini görüyor, süt emerken boğdurduğu biricik kardeşini!''
İnsan, dedi, tabiatın en kuvvetli unsuru. Bak, şu ada, ateşini içinde tutamıyor, fosur fosur duman kusuyor. Halbuki yüreklerinde birer yanardağ taşıyan bizler, o dağların alevlerini gene içimizde saklıyoruz.
"Cennetin yolu, Çelebi'nin eşiğinden başlar. Oraya yüz süren cennetin de kokusunu alır.
Ben şimdilik o kokuyu alıyorum, hurileri bile görüyorum. iki saate kadar dileğime kavuşmazsam, sizin sürüye karışmaz ölürüm!"
Hikâyemize mevzu ittihaz ettiğimiz Cem Sultan'ın ilk talihsizliği işte bu hâdisedir. Eğer Leylek, Keklik'ten evvel Konya'ya varsaydı, Cem Sultan da kardeşinden önce İstanbul'a girebilseydi, Osmanlı ta rihinin sahifeleri büsbütün değişirdi. Yavuz'lar, Kanuni'ler sahnede görünmezdi. Mustafa'lar, deli İbrahim'ler, hatta Abdülhamit'ler vücut bulmazdı. Onların yerinde başka simalar yaşardı ve bildiğimiz hikâyelerin, menkibelerinin de rengi başkalaşırdı...,"