"Eh..."
"Ya kitap ne sularda?"
"Hangi kitap?"
"Senin mesnevi?"
"Bitti sayılır. Adını koyamadım bi-türlü... 'Risâlet-al-Nushiye' dersem nasıl?"
Kaplan Çavuş ahi meselesindeki öcünü almak umuduyla kabardı:
"Yahu yok mudur bunun Türkçesi, Allah lillah aşkına? 'Öğüt Kitabı' desene düpedüz şuna..."
"Diyeyim de, 'Türkmen Cönkü'dür diye yüzüme bakmasın değil mi hiç kimse! Mesnevi yazmaktayız uyuma Kaplan, Hamzanâme değildir bu... Beylere, sultanlara sunulacak! Her malın kılıfı kendine ve de alıcısına göredir."
Bayhoca laf attı:
"Oldu mu ya Kel Derviş, hani bunun Arapça duası?"
Kel Derviş suratını buruşturarak baktı:
"Biz Türk dili biliriz. Suyun geldiği yana 'Yukarı', gittiği yana 'Aşağı' deriz, Bayhoca, dilin anlaşılmazından hiçbir şey anlamazız, koca Tanrı'ya şükür!"