Dindar insan hayatın gergin ipi üzerinde iyi bir dengecidir. Onun terazisinin dengesi bozulduğu zaman, ölçü üzerine biraz dini ağırlık ilave ederek dengesini bulur.
Kâinat ve orada cereyan eden bütün olaylar, kendinden ötede bir başka varlığı, yani Yaratıcı'sını gösteren "işaret"lerdir. Nasıl ki yola dikilen işaretler yolcunun gözlerini kendilerine değil, gideceği istikâmete yöneltirse, her tabiat olayı da, insanın dikkatini kendi üzerine değil, kendisinin ötesinde olan bir istikâmete yöneltmeye çalışır. Ancak, tabiatın İlâhi Kudret'in bir işareti olarak algılanabilmesi, derin bir anlayışın geliştirilmesine bağlıdır. Bu derin anlayışın elde edilmesi, aklî düşünce ile birlikte, aklı aşan bir iman kapasitesine ihtiyaç gösterir.
Bir ihtiyacın sıkıntısını çeken insan,dini davranışıyla bir denge kurar veya bir üzüntüyü giderir. Bu bir bakıma gerçek hayatta ulaşılamayan şeylerle hayali bir ilişki veya bir faaliyetin yerine bir başkasının geçirilmesidir.
"İster ferdi ister ictimai olsun dua, kainatın dehşet verici sessizliği içinde, insanoğlunun kendisine bir cevap bulmak için hissettiği derin hasret ve iştiyakın ifadesidir."
İnsanların büyük çoğunluğu, kendi ana-babalarının dini uslubunu benimser. Elbetteki bazı köklü ayrılıklar ya da sathi değişiklikler olabilmektedir. Esasen çocuğun kendi ana-babası ile aynı inanca sahip olup olmaması, o inancın bizzat çocuk için ifade ettiği mânâ ve öneme bağlıdır. Yani çocuk ana-babanın inançlarını hazır bir şekilde almaz; onları seçime tabi tutar. Aynı zamanda aile, çocukların inanç ve tutumları üzerinde, diğer kültürel tesirlerin de aynı yönde işleme derecesiyle uygun olarak bir etkide bulunur. Bazı durumlarda ana babaların yaptığı etki çocukta, onların inanç ve tutumlarına zıt bir sonuç da doğurabilmektedir.