Ey güzel! Ben yanmaz idim yandıran sen olmasan.
Damlamazdı yere yaşlar ağlatan sen olmasan.
Bir anda bırakırdım bu dumanlı kederleri
Beni miskin edip kederlendiren sen olmasan.
Ey Kazan! Coşkun Kazan! Dertli Kazan! Nurlu Kazan!
Buradadır atalarımın bucakları, köşeleri,
Buradadır dertli gönlüm hurileri, cennetleri.
Burada hikmet, marifet ve burada irfan, burada nur;
Buradadır ince bellim, cennetim ve buradadır hurim.
Bilmiyor diyorum, belki "bilmiş"tir!
Bildiğini bana sezdirmemiştir?
Anlamam, düşmem de anlam kasdına,
Şiirimi serdim ayağının altına;
Ona basarak gitse bütün yolu,
Şair için büyük bir lütuf olur.
Şehir kütüphanesinin duvarını boydan boya kaplamış, oldukça büyük bir beyaz karton kağıdın üzerine yapılmış Aleksandr Puşkin'in soy ağacını görünce içimden bir of çektim. Neden Abdullah Tukay'a da böyle bir ilgi gösterilmiyor?
Puşkin'in hayatının her günü incelenmiş, gidip gördüğü her yer anlatılmış, tanıtılmış hatta bütün sevgililerin sayısını dahi vererek yirmi sekiz kez aşık olduğunu da yazdıklarını hatırlıyorum. Büyük Tukay'ın ise yaratıcılığı ve hayatının bazı dönemleri hala aydınlatılamamıştır.
Ey güzel, gel karşıma, gül, tebessüm et lütfedip;
Ben de etrafında senin döneyim bir döneyim!
Sallar aheste aheste beni bu dert beşiği:
Ne zarar? Ölünceye dek sallanayım sallanayım!